6 Ocak 2011 Perşembe

Şimdi ben sana ne diyeyim?


Sevdikcekle hiçsiz tartışmaların ayazındayken ben, soğuğun orta yerinde bana bakmaktasın çocuk. Ellerin küçük yaşta kurumuş, yediğin tırnaklarını gördüm gaz lambasının mumdan hallice ışığında. Senin ellerin, benim içim ısındı avuçlarını birbirlerine tanıştırırken ısınmak bahanesine.

-Pardon canım, bir fotoğrafını çekebilir miyim? Fotoğraf ödevim var da.
-Ha, tabii olur.

Bir buçuk gün geçti ben insanlığımdan utanalı, tek bir kelime silinmedi aklımdan çocuk. Havanın sudan tiksinirce kuruduğu, ayazın dudakları parçaladığı yerde sen hırkanla babanın yanında ekmek davana oturmakta, ben alacağım notla kıçımı kurtarmaktayım. Şimdi ben sana ne diyeyim çocuk? Senden nasıl özür dileyeyim?

Ağzımdan çıkan koca koca, süslü süslü sözler var. Arkasına koyduğum hayallerim, umutlarım var benim. Peki senin neyin var? Gülümsedin bana, bembeyaz dişlerini gördüm o sarı ışığa inat. Sen gülümserken bu siktiri boktan hayata, benim neye hakkım kalır? Senin için bir şeyler yapmak istiyorum. Canımı dişime takıp, seni gülümsetmek istiyorum çocuk. Ama fotoğrafını çekmek değil. Üzerimdeki montu çıkarıp tir tir titremek istiyorum sırf seni biraz daha hissedeyim diye. Biraz daha anlayayım diye. Utanıyorum be çocuk! Hayatlarımızı benim buram buram burjuva kokan ödevimin kesiştirmesinden utanıyorum. Seninle çarpıştıktan sonra, dümdüz yürüyen ayaklarımdan utanıyorum. Öyle bir gülümsedin ki, bana hiç bir sözcük kalmadı.

Şimdi savaşsam ben daha insanca bir dünya için, ve söz versem sana çocuk bir gün dünya daha güzel bir yer olucak! diye...

İnanır mısın bana?

Affeder misin beni?

Ne diyeyim ki ben sana...

Hiç yorum yok: