30 Haziran 2009 Salı

Zarf değil mi o ya?

Merhaba,

Sabah beri çalışmaktayız yine. Önce HTML Tag'lerini tekrar ettikten sonra XML kullanmayı öğrendim. Az sonra da JScript'le devam edeceğim. Bu sırada Burak'da kendi web sitesiyle uğraşmakta arada ona da bakıyorum.

Gel gelelim günün olayına; bugün ofiste içinde para olduğunu tahmin ettiğimiz zarflar dağıtıldı. Ayın 30'u olduğunu düşündüğümüzde aslında çok da garip bir olay olmayabilir. Ama işlerin böyle olduğunu bilmiyorduk tabi. Sinirli, bıyıklı Yavuz abi, elinde zarflar isim isim insanları dolaşıp griden zarflarını dağıttı. Para cebinden çıkıyormuşcasına üzgün, sinirliydi. İlginçtir kimse zarfını açıp içinden ne çıkacak diye bakmadı. Sanırsam herkesin ne kadar kazanacağı belli. Şu an ofis de Burak ve ben de dahil olmak üzere 4 stajyer 2 profesyonel olmak üzere 6 kişiyiz. Nedense parayı alan başka yerlere doğru yola çıktı:) Elbet sebebin bu olup olmadığını bilmiyoruz ama bugün ofis her nedense pek bir sessiz pek bir boş.

Bunun haricinde web sitesi projeleri hakkında fikir geliştirmeye devam ediyorum. En yakın zamanda implementasyona başlayacağım. Çarşamba gününe yetiştireceğim bir inşaat firması web sitesi tasarımım var duruma göre de cumartesi ya da pazara yetişecek biletken tasarımı da mevcut. Bütün bunlar devam ederken bir yandan kendi web sitemi de artık yayımlamak istiyorum. Bu yayımın ardından akluhikmet de yine bir revizyondan geçebilir. Şimdiden blogger için tema bakıyorum, güzel bir şey bulunca temamı da değiştireceğim.

Bu arada mavi bilgisayar muhtemelen bir çok yerde duyduğunuz üzere battı. Enteresan tarafı geçen dönemin sonunda yapılan Odtü'deki programlama çalışmasındaki hediye çekleri mavi bilgisayar'a aitti. Sevdiğim bir arkadaşımın grubu yarışmada üçüncü oldu ve 1 milyarlık hediye çeki kazandılar, daha çeki kullanamadan şirket battı, bakalım hakettiği parayı kullanabilecek mi? Gelişmeleri burada yine aktarıyor olacağım.

Plazada maaş günleri daha bir serin, şimdilik bu kadar benden :)

29 Haziran 2009 Pazartesi

Aa! Bulut var altımda!

Merhaba,

Bayraktar Center'ın 12. katından, Başarsoft ofisinin en köşesinden selam olsun tüm pilotlara. Uçağa binmeyi ne kadar özlediğimi düşünürken, ofisdeki uçak ambiyansını gözden geçirmek aklıma bile gelmemişti. Şimdi farkediyorum kibrit kutusu binaları, nokta kadar insanları.

Evet, abartıyorum fazlasıyla. Çünkü canım sıkkın, moralim de bozuk bir miktar. Daha önce bahsettiğim üzere MapXtreme-Java ortaklığı sinirimizi bozmuş her bir tarafımızda .net kullanan güler yüzleri görüp hevesimiz kaçmıştı. Ki geçen haftanın son günü dayanamayıp Alper Abi'ye .net'e geçmek istediğimizi söyledik. O da kabul edip ufaktan bir de görev vermişti. O anın gazıyla bir kez olsun, nihayi görevimizin aslında Java Mobile Edition'la ilgili olduğunu düşünmemiştik. Olsun, tam gaz .net'e başladık. Peki başladık da ne oldu? Sinirlerimiz bir kez daha bozuldu.

.net kullanmak visual studio da yazdığımız sitemizi görüntülemek için bilgisayarımıza iis(Internet Information Services) kurduk. Vista ile beraber gelen IIS sürümü 7. sürüm, şirkette ise herkes IIS6 kullanıyor. Ve her nedense IIS7 ve IIS6 arasında dünya kadar fark var. Daha bugün ilk kez doğru düzgün IIS'i kurup çalışmaya başladım. Bu sefer de IE8 menşeili hatalar kendini gösterdi. Zaten yeni olduğumuz konuda buglar çıktığında insan çıldırıcak gibi oluyor. Çünkü bazen çok ama çok basit bir konu bile bilmeyene büyük zorluklar çıkarabiliyor. Halen visual studio'da olsun, mapxtreme .net versiyonunda olsun anlamadığımız, algılayamadığımız bir çok konu var. Şu an yapmaya çalıştığımız şey, çıkardığımız haritaya mouse tekerleğiyle zum yapabilmek. Haritanın herhangi bir noktasındayken mouseumuzun tekerini çevirdiğimizde o noktayı center alacak şekilde zoomin ve zoomout fonksiyonlarını gerçekleştirecek bir harita. Google maps deki uygulamanın aynısı. Konuyla ilgilenenler tahmin edicektir ki küçük de olsa bir ajax yardımına ihtiyacımız var, fakat hem ben hem de Burak bu konuda tecrübesiziz. Burak şu an yanımda ajax çalışmakta bense biraz nefes almaya çalışmaktayım. Az sonra sanırım kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Bunun haricinde ofis hayatı aynı sıkıcılığını sürdürmekte. Alper abi zaten gelmiyordu, Serdar abi de gelmez oldu yetmiyormuş gibi Yavuz abi de Kayseri'ye gitmiş. Sağolsun Mustafa abi şu sıralar bizimle ilgilenmekte ve fazlasıyla yardımcı olmakta. Onun gösterdiklerini uygulayıp kendimiz de google ın nimetlerinden faydalanarak ilerlemeye gayret gösteriyoruz. Bugün anlamsız bir ofis toplantısı yapıldı belki bu konuyla ilgili de detay verebilirim sonra.

Bayraktar Plaza da son durumlar böyle.

Görüşmek Üzere!

24 Haziran 2009 Çarşamba

Plaza İnsanı Yemek Yer mi?

Ofisden gözlemlere devam ediyoruz..

Uzaktan bakınca sanki plaza insanı sadece lüks kafelerde yemek yer, telaffuzunda zorlanılan kahveleri içer gibi görünüyor. İnsan ister istemez geriliyor haliyle onca plaza insanının yanında. Çünkü muhtemelen hiçbiri bilmiyor ofise gelmeden önce yediğim anneanne gözlemesi hakkında herhangi bir şey..

İçine girip gördüm, yok öyle bir şey. Hepsi de normal insan gayetiyle, ofise gelip kek satan abiyi hepsi dört gözle bekliyor, ofisde demledikleri çayı içip, ofisin mutfağında yemek yiyorlar. Neysem, ofisde yemek gerilimindeyiz bu aralar fazlasıyla. Şirket içerisinde buradaki ofisde 30 küsür çalışan var, her gün neredeyse hepsi 7 kişilik mutfakda sırayla yemek yiyorlar. Yemek kişi sayısına göre tencerede geliyor. Haliyle kişi başı 3 köfte, kişi başı 2 kepçe çorba, kişi başı 4.17 gram sütlaç gibisinden bölünmeler oluyor. İlk giren gruplar genelde toplam yemek miktarını görünce bu bölünmeleri pek umursamıyorlar, haliyle her yemek sonu abuk subuk streslere sebep oluyor. İşin garip yanı sorulunca, böyle aslında 3 köfteydi hakkımız ama 2 yedik biz gibisinden cevaplar veriyorlar :). Neyse ki yemek yiyen ilk gruplardan olduğumuz için ben ve Burak'ın başına daha böyle sorunlar gelmedi. Ama uzaktan bakınca böyle afili, zengin duran şirketin yemek konusunda böyle sıkıntılar yaşaması komik görünüyor. Ofisdeki tek gerilim buydu şimdilik, a bir de dün yandaki ofisdeki bağırışmalar var tabi de, o ofis fazla yönetim bizim için, bilmiyoruz haliyle ne oluyor ne bitiyor.

Şu an çaprazda Yavuz abi, "kahpe kader" şarkısını açıp bu şarkı çıktığında 6 yaşındaydınız diye bizle dalga geçiyor:) . Evet, çalışmak zamanıdır. Buluşmak üzere..

Çarşamba çarşafa dolanır..

3. haftamın çarşamba gününün öğle arasına hemen yakın bir zamanından Merhaba,

Bugün Alper Abi yine gelmedi ve biz yine çalışıyoruz. Derdimiz hala, masaüstünde çalışan harita programımızı bir jsp, bir applet, bir servlet haline getirebilmek. Tabi bunun için temel bilgimizin olmaması bizi büyük sıkıntıya soktu. Fakat çalışarak sanırım her şeyin üstesinden geliniyor. Bugün için verdiğimiz karar şu yönde. Ben bir koldan JSP, Burak da bir koldan servlet üzerine çalışmakta. İkimiz de deneye yanıla öğreniyoruz. Aynı zamanda öğrendiklerimizi de birbirimize anlatıyoruz. Esasen gayet efektif çalışır haldeyiz. Ben pek memnunum bu durumdan. Öğleden sonra da Alper abi gelirse her şey çok daha güzel olacak yüksek ihtimalle.

Bu arada ofisde herşey aynı tatda sürmekte. Şişman renkli gömlekli abi iğrenç ötesi mizah anlayışıyla espri yapmaya devam etmekte, hemen karşımızda oturan sarı saçlı sessiz abla ilkokul öğretmeni modunda devam ediyor hayatına. Serdar abi nedendir bilinmez pek bir üzgün gibi, kulağında kulaklık çalışıyor, her öğleden sonra da bir yerlere gidiyor. Hemen çaprazımızdaki işbilen Yavuz abi, sanki başka bir şirketten teklif bekler gibi, yaptığı işten de zevk almadan etrafına yardım ediyor. Yanımızdaki Fatih abi, hatta belki de Fatih, hala msn, facebook ikilisinden kurtaramadı kendini, ama yinede iki haftadır yusuf yusuf bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyor. Öğlen yemekleri de hala çok güzel..

Bu arada, Prof.Dr.Fazlı Can ile yapacağımız yaz projesi de bizi gayet heyecanlandırmakta. Her ne kadar staj süresince çok fazla ilgilenememiş olsak da, şimdilerde o konuda da gayetiyle çalışıyoruz. Pazar günü toplantımız var ve heyecanla o toplantıyı bekliyoruz. Orada yapacağımız proje hem benim adıma hem de Burak adına büyük önem taşıyor, çünkü üçüncü haftanın ortalarına yaklaşırken ikimiz de kendimizi akademisyenliğe daha yakın hissetmeye başladık. Haliyle belkide atacağımız ilk akademik adım olan Information Retrieval Group projesi bizim için büyük bir fırsat.

Aynı zamanda microsoft stajı için de kendimi hazırlamaya başladım, orada kullanabilmem için ASP, .NET, VB, C# çalışıyorum muntazaman. Bunlar için tutoriallar izleyebileceğim, okuyabileceğim siteler buluyorum. Bu arada "biletken.com", "alfa-tr.com" web tasarım, web programlama işleri ile ilgili de hızla çalışmaya ve tasarımlar yapmaya başladım. Bütün bu anlattıklarımın sonunda şunu çok rahat söyleyebilirim ki, çok verimli bir yaz geçiriyorum, kendimi geliştirmek adına da büyük adımlar atıyorum. Bir çok şey öğrendim, bir çok şey uyguluyorum, bu çok keyifli. Umarım meyvelerini toplayabilirim.

3. Hafta!

Merhaba,

Uzun bir aranın ardından yine yazıyorum buraya, 3. haftamın ilk gününden. Evet, nihayet 3. haftaya girdik. Şu an günlerden salı, dün Burak rahatsızlandığı için işe gidemedik. Ama bugün sabah beri ikimiz de tam performans çalışıyoruz.

2.haftada olanlara dair ufak bir özet yazmak istedim.

İşler 2.haftanın ilk günü harika bir hal alsa da geri kalan günlerde yeterince tatmin olamadık. Evet, her ne yazarsanız yazan sadece Düzce'ye götüren über programımızı geliştirdik. Çok da güzel bişiy oldu. Ama onun ardından hiçbir şey olmadı. Bütün hafta boyu kendimiz çalıştık. Bu çalışma yurtta yapabileceğimizin çok üstünde olduğundan aslında ikimiz de mutluyuz. Ama somut bir şeyler görememek de insanı biraz garip hissettiriyor.

Hafta içinde ofis içinde garip bir konum aldık. Her öğlen yemeğinde sırasıyla bir benim bir Burağın yaptığı iğrenç espriler sürekli yemekleri zehir etse de biz çok eğlendik. Ha bu arada yemek demişken, ofisin yemekleri çok güzel, çok mutluyuz o yüzden. Yeni stajyerler vardı bu arada bu hafta içinde, bir adet kızıl saçlı kız, bir adet de ankaragüçlü meslek liseli genç. Kızıl saçlı kızın bir hafta boyunca sesini dahi duymadım. Geldi, şu an burda olmadığına göre de gitti. Ankaragüçlü genç ise ofisde varlığını buram buram hissettirdi. Herkesin yanında herkesden bir şeyler öğrenmeye çalıştı. Ha, ne kadar öğrendi ya da ne kadar anladı orasını bilemeyiz. Ama hevesi ben ve Burak'ın örnek alabileceği düzeydeydi. Enteresandır ki o da gitmiş gibi görünüyor...

Bugünse yeni bir stajyer daha var. Merak ettik doğrusu kendisini.. Ofis hala eskisi kadar sessiz, herkes kendi halinde çalışıyor, ben ve Burak da "servlet" öğreniyoruz hala. Bakalım ne kadar ilerleyebileceğiz..

İlerleyen zamanlarda görüşmek dileğiyle :)

İlk Hafta İzlenimleri

Her ne işde çalışırsanız çalışın haftanın son gününe ulaşmanın verdiği dayanılmaz hafiflik gerçekten paha biçilemez. Evet, ilk haftamı tamamlıyorum Başarsoft'da. Teknik anlamdaki ilerlemeden memnun olduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İlk haftanın sonunda MapInfo ve MapXtreme'in yanında önceki java bilgimizi tazeleme olanağı da bulduk. Onlarca MapXtreme+ Java örneği incelememizin yanında, kendi ilk yazılımımız olna, ve şu an enteresan bir şekilde sadece Düzce'ye zum yapan, "Tüm yollar Düzce'ye" mottosunu verdiğimiz programımızı da yazdık.

Ofis hayatına ve ofis soğukluğuna alışmak zor. Dün itibariyle bizden asıl sorumlu olan Alper abinin ofise gelmesiyle ortam baya bi ısındı. Erkek mühendisler arasında yarım saat içinde başlayan "dondurma yalama" esprileriyle donanmış muhabbet bir halısaha maçıyla son buldu. Evet, muhtemelen yakın bir zamanda ofisdekilerle halısaha maçı yapıcaz. Maçın ardından ofis hayatı bizim için elbet çok daha farklı olucaktır.

Neyse,

Ofisdekilerden bahsetmek istiyorum biraz.

İsmini bilmediğim hemen yanımızdaki abi;
Enteresan bir adam, bi defa sürekli msn'i açık, acayip deli muhabbet yapıyo birileriyle, değişik değişik yazı stilleri falan enteresanımıza gitti. Zayıf bi adam olmasına rağmen sabah poaça getiren adamların fanboy'u olmuş durumda adeta. Halısaha maçında kanat oynar o kesin, görür gibiyim koşuşunu. Geçenlerde böyle sakallı makallı heriflerle bişiler konuşuyodu. Adamlara da kek ısmarladı :D

Onun karşısında oturan bugün İzmirli olduğunu öğrendiğim abi;
Hafif bir kirli sakalı ve ondan çok daha ağır bir yeri var şirkette. Mühendis olduğüu her halinden belli, yaptığı işten de belli ki anlıyo, nitekim böyle ayrı odası olan adamlar falan, bu abiden bişiler yapmasını ancak rica edebiliyo, 5 günün 3 ünde yoktu, ondan çok yorum yapamıyorum.

Onun yanındaki, kral adam Serdar abi;

Kırmızı tişörtü inanılmaz sempatik gülümsemesiyle muhteşem mühendis. .NET le uğraşıyo, aslında çok fazla koda girmiyo gibi. Bilgisayarıyla takılmakta, güzel işler yaptığından kimse bişiy de diyemiyor. Geçen gün dondurma yalama esprisiyle yardı hepimizi, bak hala gülüyorum :)

Serdar abinin yanındaki sarı saçlı teyzemsi abla;

Aslında böyle sanki şirket sunumlarında hoş görünümlü bi bayan bulunmalı kuralından mütevellit burda gibi. Ama onun dışında kendisini de geliştirmiş gibi. En azından eğitim alanında iş yaptığı ortada. Bi de galiba MapInfo'yu da o türkçeleştirmiş. Eline sağlık. Öğlen yemeklerinde falan tabakları o dolduruyo, böyle bi ev hanımı tribi var, öyle işte.

Kısa boylu şişman takım elbiseli karizmatik abi,

Aslında bu adam kendini anlatmış oldu şu an. Sürekli böyle bi telefon görüşmeleri falan. İnsanları oyalamak üzerine özel bir yeteneği var gibi. Bi işe yaramıyo sanki bu iş dışında, ama deli trip atar sanki koltuğuna minder koymuş, bi de sırtlık var :) rahatına düşkün diyebiliriz.

Topsakallı uzun boylu kel abi,

Ofisin tartışmasız en şık adamı, böyle hem o telefonlara falan bakıyo, hem de kendi laptopunda bi işlerle uğraşıyo. Sunumlara falan da gittiği kesin gibi. Eğitimle ilgileniyo olabilitesi yüksek.

Şişman uzun saçlı, sakal bırakmaya çalışan abi,

Fasülyeyi yoğurtla yediği andan itibaren saygımı kazandı benim. Binbir cins renk gömlek giyiyo, konuşması acayip Ankaralı sonra. Hoş bi adam, bi kez Alper abi böyle bize ufak çaplı bir eğitim verirken çok nefis ahkam kesmişti, ama güzel oldu bi sürü şey öğrendik adamdan. Yemek masası onsuz olmaz gibi.

Onların hemen karşısında oturan asabi, şık, jöleli abi;

Bu adam sinirli olduğundan sürekli önce bi kıl olmuştum. Ama sonradan sonraya bakınca tek derdinin ofisdeki laubalilik olduğunu görür gibi oldum. Sanki burda çalışmamalı sanki böyle çok uluslu şirketlerden birinde olmalı gibi. O da çok şık, sessiz sedasız işini yapıyo, takdir.

Kel, bıyıklı, enerjik, bağırmalı abi,

Baştan söyliyim sevmedik bu adamı, nedir ne değildir bilmiyoruz, ama herkes korkuyo. Hani patron falansa eğer harbiden çok tırt bir durum var, o yüzden öyle olmadığını düşünüyorum. Ama nasıl bu kadar güçlü olabilir, millete emirler falan veriyo, zaten yüksek sesli konuşuyo, böyle bir hareketli aşırı, rahatsız edici bulduk çok. Azalarak bitsin.

Arkamızdaki ofisdeki tiz sesli yetkili abi;

Nedir ne değildir bilmiyoruz. Yani gelip o tip tiz sesiyle milletten bişiyler rica edip duruyo. Ama yetkili olduğu kesin, az önce bize "stajyerlerim facebook'a falan girmeyin öyle çok sık yerim" falan gibisinden bişiy dedi. Ulan gün boyu belki bir iki kez en fazla girmişizdir. Zaten yusufyusufuz, artı ofisde en çok işine bakanın biz olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebilirim. Ne demeye böyle bişi dedi, otorite çünkü, acayip korktuk şimdi ona nası da saygı duyarız. Sevmiyorum böyle adamları, evet.

Veeee... Alper Abi;

Tartışmasız ofisin en bomba insanı, kıyafetleri falan bile nasıl kalıplara bağlı kalmadığını gösteriyo, bize inanıyo güveniyo. Bu çok güzel bir duygu. Burak'la onun yüzünü kara çıkartmamaya da çalışıcaz, çalışıyoruz da. Bizimle birlikte iş yapmak istemesi çok güzel. Artı muhabbeti de inanılmaz keyifli, ofise uğradığı zamanlarda ofisin bütün havası değişiyor.

Böyle işte ufak çaplı özeti ofisin, bayraktar center'dan bütün ankara görünmüyo, ama görünüyo diyebilmek isterdim. baya bi kısmını görüyorum çünkü. Burda insanların acayip bir düzeni var, kimse etliye sütlüye karışmıyo ama bi yandan da bir reklam tripleri mevcut. İlk haftanın sonunda, akademisyenlik ve özel sektör konusundaki seçimimde sanırım akademisyenlik önde gidiyor.

Plazalarda hava enteresan, ütüsü olmayan, buralara pek yakışmıyor.

Microsoft

Bir işe başlanıp da daha ilk günden izin alınır mı? Alınırmış efendim. Salı günü önemli bir görüşmem olduğunu söylediğimde, ben daha izin mevzuuna girmeden, "tamam, tamam, çarşamba gelirsin" dedi Başarsoft yetkilileri. E onlar böyle istiyorsa sorun yok demektir. İlk günden alınan iznin keyfiyle gittim yurduma, odama.

Salı günü baştan aşağı Microsoft görüşmesi gerginliği vardı üstümde. Halihazırda girdiğim bir iş görüşmesi yok. Başarsoft stajı da arkadaş kıyağı sayesinde oldu netice. Ne yapılır ne edilir bilmemek kötü, hemen "Google it!" mottosuyla hareket edip internetten iş görüşmesi araştırmalarına bakmaya başladım. Tahmin edersiniz ki, microsoft iş görüşmeleri araştırmasının sonucu pek iç açıcı değildi. Kafamda zilyon tane senaryo belirdi. Korkuyla ve heyecanla saatin 1 olmasını bekledim. Bu sırada da sürekli kendimi, "bişiy olmaz abi, olsa da tecrübedir, ne stres yapıyon ya" larla telkin ettim. E saat geldi çattı 1 oldu. Bindim CyberPark plazanın asansörüne ve 4. kata çıktım. Her katında yaklaşık 10 şirket barındıran plazanın son katı tamamıyla microsofta aitti. Çıkar çıkmaz beni takım elbiseli güvenlik karşıladı, bir deftere ziyaretçi imzamı attım, defterin kalınlığı ziyaretçinin bolluğu demekti.Güvenlik doğruca beni aldı ve kocaman, uzuncana bir toplantı odasına götürdü.

Ve beklemeye başladım. Ofis diğerlerine benzemiyor bir kere, baştan aşağı yeniden dizayn edilmiş. Toplantı odası da pek bir afilli, Süheyla Hanım geldi. Güleryüzün nasıl insanları rahatlattığını o zaman anladım:). Microsoft Türkiye'nin neler yaptığından bahsetti ve benim hayallerimi sordu. Anlattım tabi elimden geldiğince derdimi. Başarılı denilebilicek bir görüşmenin ardından gayet mutlu bir şekilde yurdun yolunu tuttum. Bu şu demek, staj günlüğü 4 eylül'e kadar vizyonda!

İlk Gün

Beklenen an gelir..

Siyah bir pantolon, çizgili bir gömlek, kolda en parlağından bir saat. Minik bir plaza insanının en basit profili olsa gerek. Başladım işte bu adımlarla.

Ortalama 30-40 metrekarelik bir ofiste masa başında kendi laptopumla çalışıyorum. Şirket navigasyon sistemleri üzerinde çalışmakta. Harita işleri ve onlara dair yönlendirme yazılımları. Bu işlerin üzerindeki rolümüz genel anlamda onların ne yaptığını anlamaya yönelik. Sabah keyifli başlıyor, ilk izlenimler güzel. Ofiste Bob Marley bile çaldı bir ara. Seviniyoruz diğer stajyer arkadaşımla. Elimizde MapInfo kitapları ders çalışıyoruz. Öğlen yemeği heyecanı var hafiften...

Öğlen saati geldiğinde ofisin 7-8 kişilik mutfağında, sırayla yemek yendiğini öğreniyoruz, ve ilk ekipte biz bulunuyoruz. İlk gün için çıkabilicek en güzel yemek çıkıyor karşımıza: balık. Hayır, harbiden bunun için ayrı bi paragraf açılırdı aslında. Yani nasıl olur da ilk gün balık çıkabilir? Yenmesi bir ofisde daha rezil edici bir yemek var mıdır acaba? Elimizde bir çatal ve bir kaşık, balığın ulaşabildiğimiz etlerini yiyoruz. Elbet bir çoğuna da ulaşamıyoruz. Yemeğin ardından her nedense her şey tersine gidiyor. Bob Marley çalan ofiste, Sibel Can, Serdar Ortaç hatta İsmail Türüt falan çalmaya başlıyor. Herkesin kulağında bulunan kulaklıklar artık daha anlamlı hale geliyor. Acaba onlar ne dinliyorlar. Ofiste mutfağa girip, kendilerine nescafe dolduran insanları görüyoruz, nasıl yapılır nasıl edilir fikrimiz yok. Su içmeye bile ilk cesaretimiz, saat 3 civarı oluyor. Yorgunluk yavaş yavaş baş gösteriyor ve bitmesini bekliyoruz herşeyin. Ofis hayatı yavaştan öğrenciyi bayıyor. Plaza sıkıntılı, center bozuk.

Ben Nerdeyim?

İşbu kategori, ilk kez iş hayatına adım atan yıllanmış bir öğrencinin staj gözlemleri ve deneyimlerini içermektedir. Eğer, hala bir öğrenciyseniz, ve iş hayatına atılmanıza önünüzde uzuuuunca bir zamanınız varsa, hiç bu hataya düşmeyip, hemen yeni bir blog açabilirsiniz okumak için. Sonra, "uyarmadı" demeyin.

Adım Aykut. 27 yaşındayım. Ameleyim.

Hayır, tabii ki. Adım doğrudur,ammavelakin Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği 3. sınıf öğrencisiyim. O da bir çeşit amelelik elbet ama, daha modern duruyo. İlk stajım 8 Haziran Pazartesi günü Başarsoft'da başlıyo.

Ne diyelim, keyifli okumalar!

Nerden Başlasam?..

Uzuuunca bir ayrılıktan sonra tekrar merhaba,

Yoğun okul dönemi nihayet sona erdi ve yepyeni bir maraton olan staj başladı. Stajla ilgili gözlemlerimi ve tecrübelerimi http://stajgunlugu.blogspot.com adresimde bulabilirsiniz.

Stajla birlikte başlayan bu kendini geliştirme dönemimden bahsetmek istiyorum. İçimdeki tasarım hevesi ve internete olan ilgim beni bu konuda bir adım atmaya itti. Ve fakat bu adımı hangi yöne atacağım sorusu hala aklımı karıştırmakta. Hepimiz, internet dünyasına, yazılım dünyasına, hatta ve hatta genelleştirecek olursak bilgisayar dünyasına adım atarken aynı soruyla karşı karşıya kalıyoruz;

"Nerden başlamalı?"

Yüzbinlerce kavram var karşımızda; ASP, JSP, .NET, JScript, ADO.NET, jQuery, json, Servlet, MYSQL, Oracle vs. vs. Sadece ufacık bir düşünme sürecinde bile karman çorman bir sırayla karşımızda bütün bunlar. Peki nasıl olucakta bütün bunları içinde kocaman tasarım ve programlama hevesi olan bir insan öğrenicek. Nerden başlamalı hangi adımları atmalı?

Basit programlama bilgisiyle, hevesli bir coder, geek adayı ne kadar ilerleyebilir? Günler içerisinde neler olur? neler biter öğrenicem, öğrenicez..

Kullanıcı Arayüzü Üzerine

Kuşkusuz kullanıcı penceresinden baktığımızda, bir programın kullanıp kullanılmayacağını en önemli ölçüde etkileyen etme kullanıcı arayüzünün dizaynıdır. Tıpkı günlük ilişkilerimizde karşımızdaki kişinin görünümünün iletişimimizi ilk olarak ve doğrudan etkilediği gibi, kullanıcı arayüzü de programla kullanıcı iletişimini belirler.

Bembeyaz bir sayfa, renkli 6 adet harf. Milyondolarlar düzeyinde servetin bu kadar basit bir sebebi olduğunu söylemek zor değil. "Google" dan bahsediyorum tahmin ettiğiniz gibi. Kullanıcının kendine dost edindiği bu sempatik profesör, bir arama motoruyken, şimdi hayatımızı her alanda kolaylaştırmakta. Ve hala bembeyaz sayfa üzerinde 6 adet harf, fazla bir şey değil. Rahat, renkli bir tişört giymiş, altında şortu ve sandaletiyle bizimle iletişime geçen bir dost google. Üstelik bütün sorularımıza cevap vermekte. Haliyle kendimizi hep yakın hissediyoruz.

Bir başka örnek şimdi; Adobe Photoshop, kötü çekilmiş hiç bir sanat eseri niteliği taşımayan fotoğrafları bile birer şahasere dönüştürme yeteneğine sahip program ilk açtığımızda korkutucu bir arayüze sahip. Paletlerin çokluğu, yapabiliceğiniz işlem sınırının çok çok uzaklarda olduğunu göstermekte. Takım elbisesini giymiş genç iş adamımız, dinamizmiyle bizim emrimizde. O bir dost değil, o bir iş arkadaşı, o daima yanınızda olduğunu hissedebiliceğiniz bir yardımcı.

Verdiğim örneklerde anlatmaya çalıştığım nokta basit aslında. Her kullanıcı arayüz dizaynının bir ruhu var. Kullanıcı açısından bakıldığında, aslında programla iletişimini ve ilişkisini design birebir etkilemekte. Designer açısından baktığımızda ise, programı veya siteyi ve bunların amaçlarını doğru tesbit etmek sanırım dizayna başlamadan önce ilk analiz edilmesi gerekenler. Doğru bir site analizi, ve doğru bir gerçek hayat simülasyonuyla, gerek site gerekse program kullanıcı arayüzü tasarlamak çok daha kolay olsa gerek.

Dizayn hazırlıkları diyebiliriz sanırım.

Flow: Yaptığınız İle Akmak!

Mutlu bir yaşam çoğumuzun istediği hayatında. Hatta mutlu bir geleceğe dahi tav oluyoruz. Sanırım bunun en vazgeçilemez, en önemli şartlarından biri de, yaparken tatmin olduğumuz işi yapabilmek. House MD'de Taub'un dediği gibi biraz, bize "Bugün önemli bir şey yaptım." dedirticek bir iş. Bizi uyurken rahat ettiricek bir iş.

İşte "Flow" konsepti tam da bu aşamada karşımıza çıkmakta. Flow, türkçesiyle "akmak" insanların yaptıkları işle beraber akmasını sembolize ediyor. Tabii bu noktada bir çok kavram kargaşası da ortaya çıkmakta. Nedir insanların yaptıkları işle beraber akmasını sağlayan etmenler. Tek tek incelemek istiyorum bu etmenleri;

1-) İlk etmenimiz yapıcağımız işin challenging olması. Bu şu demek, yapıcağınız iş yeteneklerinizi sonuna kadar sömürmeli, hatta öyleki yapabilmek için siz kendinize yeni yetenekler eklemelisiniz. Sizi daima zinde tutucak, her görev sonunda kendinizi başarılı addedebiliceğiniz bir iş.

2-) İşinizi yaptığınız anla, işinizi düşündüğünüz an toplamlarını doğru şekilde bir araya getirebildiğiniz bir iş. Bu şu demek, belediye görevlileri kaldırım taşlarını nasıl değiştiriceğini düşünmezler, ya da filozoflar somut olarak iş yapmazlar fazlaca..Burda söylemim sakın ola ki, filozof olmayın!, belediye işçisi olmayın! olarak anlaşılmasın, ama flow'u yaşamak istediğiniz işte, kendiniz için doğru balans ayarını yapın!

3-) İşinizdeki amaçlarınız her zaman net olsun. Kağıdın başına ne çizicem diye değil, bina tasarımı çizicem diye oturun. Yaptığınız işin sonunda ne elde etmek istediğini belli olsun.

4-) Yaptığınız her iş için hemen geribildirim alın. Etrafınızdakilerin yorumuna değer verin, onların söylediklerinden ötürü umutsuzluğa kapılmayın ya da boş hayaller kurmayın ama, kesinlikle gözardı etmeyin. Her aldığınız geribildirimi değerlendirin. Bu sizi her daim ilerletir.

5-) İşinizi parçalara bölün ve o an yaptığını küçük parçaya konsantre olun. Eğer elinizdeki parçaya olan konsantrasyonunuzu kaybederseniz flow dan uzaklaşırsını. Basit.

6-) Kontrolünüzü kayetmeyin. Her ne durumda olursa olsun sakin kalmayı başarabilmelisiniz. Sakin kalabilme sınırı her insan için farklıdır, önce kendinizi keşfedin. Ardından sizi kontrolden çıkarıcak işleri elemek kalıyor geriye.

7-) Yaptığını işte size yaratıcı çözümler üretebiliceğiniz alanlar bulun. Kuralları esnetebilmeyi düşününün, kuralları esnetmekle artırabiliceğiniz verimin ticaretinde doğru kararı verin.

8-) Zamanınızı yaratıcı kullanın. Eğer iş saatlerinizden rahatsızsanız beden saatinizi değiştirin. Unutmayın zaman sizsiniz. Ve zaman sadece diğer değişkenler ölçüsünde değişkendir.

Flow konseptinin temelleri bunlardı. Yazdığım cümleler hep meslek alanına yönelik oldu. Fakat unutmamamız gereken başka bir nokta daha var. Hayatta hemen hemen her konuda bu 8 kuralı denetleyebiliriz doğruyu yanlışı yargılarken. Yazımın fikir babalığını yapmış Jenova Chel'in sözleriyle bitiriyorum:

"Flow can emerge from any kind of activity, whether it's five minute pinball game or a 10 year research project. "

Bilgisayar Mühendisinin Gözünden Matematik

Ne gariptir, son zamanlarda türlü kültürlerden hocalardan ders almaktayım. Sanırım bütün bunlardan da en ilginci Savio Tse. Dönem başladığından bu yana profesörün vurguladığı en önemli konu "matematiğin önemi".

"If you want to be good in computer science, then you should know mathematics. You should know it."

Ardından ufak bir analize giriştim ister istemez. Ortaya çıkan sonuç da tahmin edileceği üzere, Savio'nun dediğinden farklı değil. İyi bir bilgisayar mühendisi olmanın, iyi bir "programmer" olmanın en önemli şartlarından biri kuşkusuz matematik. Türlü şekillerde yükselinebilir elbet, bir fikir ardından piyasada amiyane tabirle köşe dönülebilir, ya da internet üzerinde şansınız yaver giderse cebinizi doldurabilirsiniz. Ama genius mertebesine ulaşmak elbette bu küçük detaylara bakıyor. Nitekim varolan problemlere çözüm geliştirmek artık hemen hemen tüm programcıların yapabildiği bir iş, burda kritik nokta, bu çözümün ne kadar verimli olduğu ve zaman, maliyet dengesinin doğru kurulması. Bu noktada ise iş tamamiyle matematiğe bakmakta. Algoritmaların analizleri, çözümlerin ispatları, doğruluk testleri tümüyle matematik bilgisi gerektiren yetenekler, ve fark yaratan özellikler. Üstelik akademik ortamda ciddiye alınmak ve ya yazdığınız makalelerin ilgi çekmesini, umursanmasını istiyorsanız bu bahsettiğim yeteneklerden fazlasıyla bulunmalı projelerinizde, yoksa ufak bir piyasa işçisi olmaktan ileri düzeylere gidebilmek mucizeler gerektirmeye başlamakta.

Her ne kadar, iyi bir programmer olmak güçlü bir his gerektirse de, sanırım işimizin deterministik ihtiyacı çok daha fazla. Ve bu ihtiyacı karşılamanın en doğru yolu Decartes'ın bahsettiği clear and distinct bilginin yolundan, yani matematikten geçiyor.

Yine Savio'yla bitirmek istiyorum;

"Mathematic is the base of everything. You should know it. You should." :)

Kar!

"20 Şubat 2009 Ankara'da kar yağması" olsaydı keşke başlık..

Bembeyaz olmuş yine her yer. İçimizde hafiften bi korku, 3-5 gün sonra her yerin çamur olucağına dair. Ama yine de hiç bir şey engellemiyor beyaz örtünün güzelliğini. Yatağınızda nasıl ki yeni çarçafla uykuya daldığınızda yumuşatıcının verdiği kokunun getirdiği rahatlık varsa, şimdi ankara'da her yer yeni çarşaf gibi kokuyor. Cumanın getirdiği tatil heyecanı cabası elbet.

Mevsimler ciddi ciddi kayıyor ama. Gerçi bu kaymanın enteresan bir tarafı var göze batan. 80 li yıllarda Ankara'da, Türkiye'de tıpkı şimdiki gibiydi mevsimler, tıpkı bize ilkokulda öğretildiği gibi Aralık-Ocak-Şubat 'dı kış. Tabi o zamanlar ardı kesilemez bir hava kirliliği vardı. Bütün Ankara'nın kömür koktuğu, is koktuğu her romantiğin şiirlerine kaydedilmiş zaten.

Torunlarımı çok da umursamıyorum yaş daha 20 liyken ama, hoş diil gibi dünyanın gidişatı da. Neyse, beyaz örtü eriyip çamur olana kadar tadını çıkaralım uykunun. Bak, ne güzel kokuyor etraf!..

Yağmur

Yüzlerce şarkı vardır sanırım içinde "yağmur" olan. Hiçbirini oturtamaz ama insan Ankara'ya.. Ankara daha farklıdır.

Eritti işte bütün karları, şimdi sinir bozucu ufak beyaz kar toplulukları dışında hiçbir iz yok Ankara'da, bir anda örtünen beyaz örtüden. Yine her yer gri..Yine her yer beton.

Bilkent'te de durum pek farklı değil. Yaklaşan final dönemiyle okula hafiften bir gergin hava sardı. Şahan C Blok'a geldiğinde, mayfest zamanı Bilkent sex kokar diyordu, sanırım şimdi de hafiften g.t korkusu kokuyor :)

24 saat açık Mozart, şu sıralar öğrencinin en yakın dostu. Yıllardır, Cuma harici tüm gece açık olan cine5 nasıl olur da hala kahvehane görüntüsünü yıkamıyor anlamak mümkün değil, evet neticede bir halısaha cafesi ama; koca bir dönem boyu gece saatlerinde öğrencilerin gelebileceği tek yer iken; hala bu denli iğrenç kokması anlaşılır gibi değil. Allah'tan 5 ocak'la birlikte Mozart açıldı. Aslında gece kalabalığını gördükten sonra, yıl boyu yapılabilicek 24 saat Mozart hizmetinin çok da güzel olabiliceğini söylemek güç değil, Mozart için de güzel bir kazanç olabilir.

Bu arada, aferin kapitalizm. Evet, 5 liraya sandviç, 2 liraya üçü bir arada satan yere muhtaç ettin, açık kalsın da sürekli kazıklanalım dedirttin.. Of!

Neyse..

Kış.. Soğuk.. 78'in önünde titreyen siyahlı beyazlı köpek.. 78'in önünde herkese saran siyahlı beyazlı kedi..

Sırf bunun için bile sevmiyorum kışı, ne Bilkent'de.. ne de Ankara'da..

Bilkent'te Kış

Bembeyaz oldu kampüs!!

Her yer kar oldu, kimse dışarılarda değil. Ankara 2004 den beri ilk kez beyaz girdi yeni yıla üstelik..

Teletabi tepeleri bembeyaz.. Gecenin bir körü kayıyoruz uçaraktan.. Sabah saatlerinde tepelerde kalan poşetler kültürümüzün dangozluğu!

Fen fakültesi önündeki havuzun muslukları buz tutmuş, karıncayiyen şeklinde püskürmekte..

Kampüs içi yollarda, boncuk boncuk izler bırakan tuzlar insanın sinirini bozuyor, bırakın bembeyaz olsun ulan bütün yollar!

Kampüs enteresan bir şekilde speedden aşağı doğru daha canlı.. Cafe In de bi sürü insan tatlı yiyor, kütüphane dolu.. Speed deki hakim olan efkarlı, kasvetli havadan çok farklı aşağılar..Bunda elbet yaklaşan final döneminin etkisi olduğu gözardı edilemez.

Servisler vızır vızır.. Hadi bakalım.

poşu takmak özgürlükse özgürüz ikimizde

Bilkent semalarının yeni modası: Poşu üzerine bir yazıdır iş bu yazı.

İlk gördüğümde sarı saçlı yakışıklıcana bir abimizin üstündeydi poşu, lan diyor insan, yapmış herif karizmayı. Sonra tırmalamaya başlıyor içten içe, nerden aldı acaba, ben de alsam mı acaba, alsam takmaya yer mi.. bir bir.. Sonra farkediyosun olaydaki Umut Sarıkaya tırtlığını, unutuyosun. İki gün içinde bir bir görmeye başladık poşulu abilerimizi ablalarımızı.

Lan iyi tamam, moda da ne gereği var di mi? Bi kişi yapıyo, bırak o yapsın lan, o bulmuş. Ne demeye utandırıyosun insanı. Aynı LCW gömleği giyen iki mühendisten farklı mı oluyo olay Speed'in oralarda gerçekleşince, hayır tabi.

Sen kareli gömlekle dalga geç, sonra 7410241 kişi aynı poşuyu tak. Olmuyo dost, olmuyo.