19 Ağustos 2013 Pazartesi

medrese günlükleri - son

Son gün sanırım beklediğimden daha çabuk bitti. Şimdi geriye baktığımda, sanki kurs iki günden ibaretmiş gibi geliyor ama kendime kattıklarımı aylardır yapamadığıma eminim. Sabah öykü kurgularımızı masaya yatırıp tartıştık. Kendi adıma, öykümü bir görev adamı olan Sfenks’in depresif hayatı üzerine kurgulamış olmam, hala içimde bitmek bilmeyen üzülme fiilinin bir yansıması gibiydi. Öğleden sonra beş arkadaş Şirince’yi gezmeye gittik. Bu ufak gezi hepimiz için oldukça keyifli oldu. Medrese şimdi daha sessiz. İnsanların bir kısmı ayrıldı, daha az kişi yeni kurs için geldi. Yarın sabah itibariyle, ben de ayrılıyorum. Bu arada bugün akşam voleybolda Erdem ile aynı takımdaydık. Üstelik bu benim için heyecan verici bir durum değil artık. Erdem artık iyiden iyiye benim için bir celebrityden ziyade, bir arkadaş olmuş durumda. Bu durumdan aldığım keyfe satırlar yetmez. Bilmem, belki ucundan bucağından benim de Seyyar Sahne’nin bir parçası olma şansım olur.
Büyük heyecanla beklediğim Hikaye Anlatıcılığı atölyesi başladı. Foça’daki beş gün, uzun süredir ihtiyaç duyduğum ve ekstra keyif aldığım bir tatil oldu. Kitaplar, filmler derken, uzun süredir bir yudum bekleyen entellektüel açlığım az da olsa dindi. Sabah tahminimden çok daha az yorucu bir yolculuğun ardından oniki civarı medreseye geldim. Tanıdık yüzlerin olması ve onların sıcak karşılaması beni inanılmaz mutlu etti. Hikaye Anlatıcılığı atölyesinin ilk günü ise biraz hayalkırıklığı sebebi oldu. Yaş aralığı yirmibeş otuz arası fakat eğitim sanki onsekiz yaş altı için kurgulanmış gibi. Bu kısa bir süre sonra tatminsizliğe yol açabilir. Kursun ilk çalışması olarak IQ’su eksik insanlar için isim oyunları yapmış olmamız, ekibi birbirine kaynaştırdı. Ki bugünün en büyük kazanımı da bu oldu. Bir başka açıdan da çalışmaların performans odaklı olması grup karşısında ciddi bir rahatlık yaşanmasını sağladı. Bu sayede son gün performanslarında muhtemelen comfort zone’dan çok da çıkmadan sergilemeler yapabileceğiz. Kurs ekibi seviye ve tecrübe olarak sanki Beliz Hoca’daki ekibin biraz altında ama yine de  bu insanları tanımak çok büyük bir keyif. Artık medresede çok daha rahatım. Sanki ikinci bir evim gibi. Üstelik buradaki kalıcı ekibin de güvenini kazandığımı hissediyorum. Önümde kendime yatırımımın devam edeceği dört gün daha var. Mutluluk belki de harbiden kolektif üretimde. Belki de benimkisi bir obsesyon değil, haklı bir isyan. Saygılar sevgili günlük. Saygılar.
Herhalde medresedeki en uzun günümdü sayın günlük. Sabahın beş buçuğunda uyandım ne akla hizmetse. Bugün hem kahvaltıcı hem de kahvaltı bulaşıkçısıydım. Yorucu ama keyifli bir uğraş. Kahvaltının ardından atölye başladı. Atölye Nazlı Hoca’nın kafasındaki plana yüzde yüz mutabık kalınarak devam ediliyor. Bu grubun ruhuyla, plan arasında her çelişki yaşandığında istemsiz olarak kopuyorum. Ama yine de büyün pratiklerin ardından hikayeyi beşyüz milyon kez anlatmış olduğum için kafama yerleşmiş durumda. Atölye haricinde artık insanlarla samimiyetim oldukça iyi seviyede. Medrese içinde sonsuz bir rahatlıkla hareket ediyorum. Akşam hem maç yaptık, hem de geç saatlere kadar sohbet ettik. Emre ile amfi tiyatroya çıkıp bir saatin üzerinde sürdürdüğümüz atölye ve masal temalı sohbet en keyiflisiydi. Buranın müdiresi sayılabilecek Nesrin’den dinlemeye ve anlamaya çalıştığımız masallar, Ahmet’in neşesi, Erdem’in vakurluğu bu gece zihnimde takılanlar. Erdem’le Seyyar Sahne’ye katılmak için konuşmaya karar verdim. Şu an için kendimi fazlasıyla yetersiz hissediyorum ama birlikte çizebileceğimiz bir yol beni ileriye taşıyacaktır. Her öğle arasında büyük bir tutkuyla kitap okuyorum. Kendimi yeniden varetmeye başladım sayın günlük. Mutluluk sanki çok uzaklarda değil, hissediyorum.

Sabah yine erken uyandım bugün. Artık zaman geçmesin, yavaşlasın diye uykumu kısaltıyorum. Çalışmalar bugün de yoğun ve yorucuydu. Hayatımda yeni bir yön keşfediyorum; hikaye dinlemek, hikaye anlatmak. Yakın zamanda hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırmadı. Atölye hakkında yazdıklarımı okudum ilk gün. Fikirlerim yine değişmiş durumda. Önyargılarımı farkediyorum, yıkılışlarını izliyorum. Atölye süresince Nazlı Hoca’nın gösterdiği değerler, bugüne kadar varlığına dahi muhalefet ettiğim değerler. Törpüleniyorum. Kabul ederken zorlanıyorum ama törpüleniyorum. Sırf bunun için bile Nazlı Hoca’ya ne kadar teşekkür etsem az.

18 Ağustos 2013 Pazar

medrese günlükleri - üç

Medresede uyumak çok güzel. 2.günün ardından iliklerime kadar hissediyorum bu durumu. Keşke hayat müsade etse de, bütün bir yazı burada geçirebilsem. Sabah yumurtalı ekmeğin, masada kral olduğu güzel bir kahvaltıyla açıldı. Ardından çok uzatmadan çalışmaya başladık. İkinci gün; benim de kendi duvarlarımı kırmama vesile oldu. Dün, Oidipus-Sfenks sahnesinin ilk 5 saniyesi için yazdıklarımı okumaya cesaret edememiştim. Zira benden önce okuyanlar, bu cesaretin boyutunu güzellikleriyle büyütmüşlerdi. Bugünse; bence aramızda en güzel yazmış olan Cem’in ardından kendi yazdıklarımı okuttum. Daha ilk anda Beliz Hoca büyük bir yanlışı farketmiş bir ifade takındı. Yazdıklarımın içine tepiştirmiş olduğum fikirler bana kalırsa sağlamdı ve bunların herkese ulaşmış olması beni çok mutlu etti. Sıkıntı ise çok daha temeldi; yine olaydan çok karakterin iç dünyasına dalmış ve fikirlerimi diyaloglara değil, parantez içlerine yerleştirmiştim. Bu hata daha önce düşmüş olduğum bir hata değildi, fakat şimdi bana maliyeti büyük oldu. Beliz Hoca’dan daha fazla şey öğrenebilme şansımı istemeden gömmüş oldum. Yine de bu tecrübeden bile, özellikle de ekibin olumlu ve konuşkan havası sayesinde kendime çok şey kattığımı hissediyorum. Yazılar, çok güzeldi. Okunup da kulağıma tırt, kötü gelen tek bir sahne olmadı. Ve yorum farkları, tartışmaya değer bir çok malzeme çıkardı bize. Akşam yemeğinin ardından medrese ekibiyle voleybol oynadık. Olanca kötü oyuna karşın, voleybol oynayarak hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. İnsanın saygı duyabildiği kişilerle yaptığı her aktivite, olduğundan çok daha eğlendiriyor. Gecenin ilerleyen saatleri birlikte yaptığımız sohbetlerle geçti. Aralarında tiyatro ile ilgili en az şey yapan kişinin ben olması, her sohbetin bana yeni ufuklar açması şeklinde sonuçlanıyor.

Bugünki asıl sürpriz ise bu geceki “katil kim?” oyunuydu. Oyunu ilk kez oynamama, kimseyi tanımıyor olmama karşın, yine eğlenceli 2-3 saat geçirdiğimi belirtmemde fayda var. Gün geçtikçe kendimi buranın parçası gibi hissediyorum. Çaktırmadan kitap isimleri, tiyatro kuramcılarının isimlerini not alıp, yeni yolculukların kaldırım taşlarını döşüyorum. Uykum geldi artık. Cümlelerimin topalladığının farkındayım. İyi geceler. 

16 Ağustos 2013 Cuma

medrese günlükleri - iki

Bu sabah medresede uyandığım ilk sabahtı. Yatağım koğuşta ve duvarın dibinde. Duvarın dibinde olması hafiften böcek korkusu yaratsa da burada insan hiç bir şeyden korkmuyor. Gündüz sıcak fakat, medresenin gölgede kalan kısımları hakikatten klimalı gibi. Tanımadığın insanlarla birlikte kalmak, rahatlık sınırlarını tartmana sebep oluyor. Pijamanı üzerinden çıkaracağın zamandan, dişini fırçalayacağın zamana kadar herşeyi tartıyorsun. Kursa gelenler çoğunlukla birbirlerini önceden tanıdıklarından bu sorunla çok yüzleşmiyorlar. Sabah kahvaltı için mutfak tarafında gittiğimde Beliz Hoca’yı farkediyorum. Hocalar için hiç bir zaman kısa sürede sevilen bir öğrenci olmadım. Zamanımızın üç gün olması bu yüzden beni geriyor. Kahvaltının ardından başlıyoruz. Bu arada medresede kahvaltıları birlikte hazırlıyoruz. Burada biraz da maddi sebeplerden ötürü sağlıklı beslenmenin hüküm sürdüğünü tahmin etmek zor değil. Kurs öncesi mailde, ders öncesinde Oidipus’u okumamız gerektiği belirtiliyordu. Kurs, Oidipus’un sahne dışında dönen hikayesi ve mit üzerine kurgulanıyor. Kurs hakkındaki detayları yazmak içimden gelmese de bir yazarlık atölyesinin “serim, düğüm, çözüm” mantığından ne kadar farklı şekilde yapılabileceğini destekler nitelikte. Çünkü yazmak için esas ihtiyaç neyi, nasıl yazacağını farketmek. Bunun içeriği ise yazarın insiyatifinde. Gün boyunca Oidipus üzerine konuşuyoruz. Öğlen civarı Erdem geliyor. Gizliden gizliye onu kahraman bellediğimi bilmiyor. Adamı görünce bile heyecanlanırken ben, akşam saatlerinde medresenin çim alanında ona çalım atmaya çalışırken buluyorum kendimi. Orada çaktırmamak, onlardan biriymiş gibi yapmakla boğuşurken içimde fırtınalar kopuyor.

Gecenin sonuna gelmeden biraz Beliz Hoca’dan bahsetmek istiyorum. Ben kendisini gelmeden önce tanımasam da, benim gizliden gizliye Erdem’e duyduğum haytanlığın benzerini buradakiler de Beliz Hoca’ya karşı hissediyor. Ki aynı şeyi benim de hissetmem fazla zaman almadı. Otuz yaşın üzerinde bu kadar dolu, bu kadar bilgili, bu kadar olgun bir kadına daha önce rastlamamıştım. Sadece kendisini bilmek, onun gibi insanların var olduğunu görmek bile insanı mutlu ediyor. Oidipus üzerinde yaptığımız her konuşmada bana yeni bir ufuk açtı. Bugüne  kadar tiyatro ile bilimsel olarak ilgilenen herhangi birinde böyle bir vizyon ne görmüş, ne de duymuşyum, hatta terbiyesizce belki ama bu insanların çok da zeki olmayan, oyuncu olmayı başaramamış kimseler olduğunu düşünüyordum. Beliz Hoca, bu önyargımı aldı, dürdü, ve elime tutuşturdu. Onu ne yapmam gerektiği başka bir yazının konusu.


Gün sonunda, hayatımdaki insanların hayatlarında eriştiğim yere çok uzak bir pozisyondayım medresede. Olmasam da olur hatta. Ama bu beni demotive etmek yerine heveslendiriyor. Sanırım uzun zamandır ilk kez bu kadar istekle doluyorum. Çok fazla eksiğim olduğunu hissediyorum. İnsanlar konuşurken yaptıkları alıntılar ilk kez anlamsız gelmiyor. Herkes dünya iyisi burda, ve zekasından şüphelendiğim bir kişi bile çıkmadı henüz. Bu çok güzel. Bu, herşeyden güzel. Geliştiğimi hissediyorum.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

medrese günlükleri - bir

Kaçma fikrinin fiiliyata geçişi her zaman sürprizlerle dolu. İstanbul’a geleli iki haftayı devirmiştim. Hayata karşı doğal misafir duruşum, bu günlerin acısını azalttı. Sanki yıllardır bir adet bavulla yaşıyor gibiydim. Günler günlerle çocuk oyunları oynayıp koştururken, rüyasını aylar önce kurduğum gün gelip çattı. Bugün yola çıkacağımı, bugün hatırlamış olmak çok şahsıma münhasır bir durum.
Güzel günler? Kaprisli günler? Hayal kırıklıklarıyla dolu günler? Bunların hepsi, cebimde soru işaretleriyle dolaşıyor hala...
Galiba macera başlıyor...

YOL

Sonunda soluklandığım bir an.
Yol beklenenin aksine güzeldi. Şamfıstığını sona saklayan çocuk edasıyla, medreseden önce İzmir’in tadına bakmak istedim. Kemeraltı ve Konak, az buçuk bildiğim sokaklarda dolanıp, “Medrese İhtiyaç Listesi”ne bir kaç tik daha attım. İzmir Otogarı İzmir’in iki başlı kentliğinin ipana’yla fırçalanmamış tarafında kalıyor. Şehirin çok kez hayatımıza verdiği gündemler; “boyoz laik gevrek çiğdem” tabanında olunca insan bir beyaz türk şehri bekliyor. Oysa İzmir’de yıllardır aklımın bir türlü kabul etmediği bir şizofreni hakim. Şehrin büyük bölümü, sıradan bir anadolu kentinden çok daha kötü görünüyor.
Otogara dönüyorum, ilk durak Selçuk. Arkamda dörtlü velet güruhu sanırım medreseden söz ediyor. Eğer onlar da gelecekse, muhtemelen medresenin benim için yanlış durak olacağı hissine kapılıyorum. Selçuk-İzmir arasını hatırlamıyorum. Zira dün gece hayattan ödünç aldığım uyku saatlerini, kendisi geri istiyor. Çok direnemiyorum, sanılanın aksine. Selçuk otogarında sigara yakmaya bile fırsat bulamadan kendimi Şirince minibüsüne atıyorum. İlk kez geldiğim bu coğrafyanın yazılı olmayan kurallarını incelemekle meşgulüm. Şirince’ye dağ arasından ağaçlıklı bir yoldan gidiyoruz. Köy girişinde Matematik Köyü’ne gidecek var mı diyor şöför. İki genç ve ben varız minibüste. Üçümüz de iniyoruz. Yaklaşık 2 adım önümden ilerliyor çocuklar, Matematik Köyü yolu Şirince girişinde sola ayrılıyor. Önceki dörtlüyü Selçuk’ta bırakmış olmanın keyfi sürerken, bu ikili daha da kıllandırıyor. Kemik çerçeveli gözlükler, kareli gömlekler. Lise. Tam ergen yazar adayı gibi geliyor gözüme.
“Hmmffsss...” Adımlarımı, onlara rahat konuşsunlar diye verdiğim bir buçuk metrelik mesafeyi kısaltıcak şekilde hızlandırıyorum. Bir anlık gazla:
-          Beyler, Matematik Köyü’ne mi Medreseye mi?
-          Matematik Köyü
-          (Ana, matematikçi çıktılar. Birşey demem lazım ama..) Hmm.(Söylenecek en güzel şey.)
Kapattığım üç adımı geri veriyorum. Yol toprak ve ceviz büyüklüğündeki taşlarla dolu. Yaklaşık elli metre sonra çocuklar sola sapıyor, bense medrese işaretine yöneliyorum. Yaklaşık bir elli metre sonra yol yine ikiye ayrılıyor, bu sefer tabela yok. Sola devam ediyorum. Hayat boyu hep böyle oldu, sola devam ettim. Yürürken gördüğüm iri kertenkeleler, inceden tırsmacaya sebep. Önce Burak’ı arıyorum. Neden bilmiyorum. Başım sıkışınca ilk kapım o hep. Yaptığımın saçmalığını yüzüme vuruyor, “sakin ol ortağım, varınca ara.” Erdem’i arıyorum ardından. Burada özgüvenimin altını çizmem lazım sevgili günlük. Erdem Şenocak, Erdem oluveriyor birden. Adama hayranım zaten. Onun mekanına gidiyorum. Kaybolmuş olsam, kurtarsa beni, sonra da “Oğlum ne kral adammışsın, harbiden kaybolunur orda, ne doğru zaman da aradın. Orda her sene 5 kişi yokoluyor.” Falan dese diye umut ediyorum. Telefonun ilk çalışıyla birlikte medrese önümde beliriyor. Telefonu kapasam olmaz, açınca ne dicem? Sıçtım.
-          Alo?
-          Ehe, şey, Erdem merhaba, ben Aykut.
-          Selam Aykut
-          (Aha! Adımı biliyo! Ha, ben söyledim L ..) Abi, kayboldum sandım da, sonra yolu buldum.
-          Medreseye giderken mi?
-          Evet abi, neyse öyle işte sağol, geliyom şimdi ben.
-          Ben yarın gelicem Aykut
-          Aa, öyle mi, yarın görüşürüz o zaman abi.
-          Görüşürüz.
Şirince’ye yeraltından notlar bırakmak istiyorum bu konuşmanın ardından.
Medrese umduğumdan ufak görünüyor. Sıcaktan ve yükten, kanter içindeyim. Kimsecikler yok sanki derken, sonradan yatakhane olduğunu anladığım yerden ufak tefek gürültüler duyuyorum. Çantamı kenara koyup içeri giriyorum, ranzalar kuruluyor, yataklar taşınıyor. Kimseye adımı bile söylemeden; “yardım edilecek bir şey var mı?” diyorum. “illa olur” diyorlar. Hakikatten de bir kaç dakika içinde kendimi ranza taşırken buluyorum. Gün boyunca türlü türlü eşya taşıdık, benden sonra gelen dört kişi de işe girişmeden kendini tanıttı, ben salağı gün sonuna kadar sadece iki kişiye adımı söylüyorum. Yavaş yavaş insanları tanıyorken farkettiğim en önemli şey, insanların bir şekilde önceden tanışıyor olduğu oluyor. Yaş aralığı 20-30 arasında. Muhabbet güzel, ben dahil olamasam da henüz. Gün boyu yaptığım hamallığın medrese için olduğunu bilmek hem huzur hem gurur verici. Yarın kurs başlıyor. Bakalım neler olacak...