24 Temmuz 2012 Salı

Bir garip hikaye

*Bu hikayedeki her şey gerçek dışıdır. Yeminle söylüyorum bak.

 Salih: 21 yaşında, gençliğinin baharında, çevresi için hiç de umut vermeyen bir genç. Başkentin devlet üniversitelerinden birinde okumakta. Adı çok da duyulmayan bir tanesinde.

 Hakan: 20 yaşında. Sırf dönem arkadaşlarından bir yaş küçük olduğu bilinmesin diye bütün sosyal ağlarında doğum yılını gizlemekte. Salih’in hazırlıktan arkadaşı. Kimsenin, hatta kendi ailesinin bile merak etmediği, hiç bir sorunu yokmuş gibi görünmesiyle korkutan bir adam. Ha, Salih’in ev arkadaşı.

 Teoman: Salih’in yaşıtı. Seyrek, göt kılından bozma sakallara sahip, kendine çok bakan, taze metroseksüel ve sakallarına dair hiç bir fikri olmayan bir genç. Salih içten içe sakallarına gıcık olsa da, hala bunun üzerine en ufak bir espri bile yapmadı. Teoman, ona yazdığını düşünen milyonlarca kız arasında, yalnız kalmanın kendi tercihi olduğu fikriyle, rahat uykular uyumakta. Bak yine unutuyordum, Salih ve Hakan’la geçen seneden beri aynı evde yaşamakta. Malum kira paylaşımı mevzuları…

Salih o sabah güneşin suratına vurmasıyla, “uyuması, ve herkes gibi onun da geç kalkması” gerektiği fikri ile heyecanlı boks maçını yatağında başlatmıştı. Taraflardan güneşin kazanacağı belliydi. Ama Salih, ömrü hayatında sadece bir kaç kez de olsa, bu dövüşün sonunda uyuyabildiğini biliyordu. Bu onun için yeterli bir ümit noktasıydı. Salih çok severdi, küçük şeylerden ümitlenip, her seferinde kaybetmeyi. Yine kendi sonuna koşuyordu. Dövüş bu sefer çok heyecanlı geçmedi, çünkü beyninde, trompet çalan bir topluluk, gözlerine gözlerine gelen güneşe yardım ediyordu. En azından, güneşi engelleyebilmek için pikenin altına kafasını soktu. Bu seferde burnundan istediği hava akımını alamama hali, ona “kalk işte hacı” mesajı vermeye başladı. Yastığın soğuk tarafını yokladı ama, son yarım saattir yastık da sürekli ters – düz olmaktan dolayı enterasan klima sistemini kaybetmişti. Salih çözüm önerileri ürettikçe, kanına karışan adrenalin miktarı artıyor, uykusu ondan çok uzaklara doğru, kim bilir kimin yatağına koşuyordu. Gong sesi çaldı.

 “Sikicem ama yaaaaa”

 Güne güzel bir başlangıç. Birbirlerine sürten ayaklarını ileriye doğru iterek, normal insanların yürümesini taklit edercesine banyoya gitti. Suyu hunharca suratına çarpmak yerine, üşümekten çekinerek önce ellerini yıkadı ve ıslak elleriyle gözlerindeki çapakları aldı. Havluya elinin her iki yüzünü hafifçe dokundurdu, ve az önce yaptığı şeyle gurur duyararak salona gitti. İkinci adımında, bu gururu perçinlemek için, cesur bir hamleyle kulağının arkasını elinin nemiyle ıslattı. Şartlar ne olursa olsun bu hareketin verdiği serinliği, hayatta hiç bir şey vermiyordu. Kanepeye kendini fırlatırcasına bıraktı, ve kafasındaki trompet solosunun bitmesini umarak televizyon kumandasında sonraki kanal tuşuna bastı. (Yazar burada Türkçe’ye “sonraki kanal tuşu” kelime topluluğunu armağan etmekten büyük övünç duyar.). Salih, günün ilk sürpriziyle, televizyonlarının sağ alt köşelerinde bulunan kırmızı ışığın yanmadığını farkettiğinde karşılaştı. 55 ekran, emektar SQNY, enerji alacak bir kaynak arıyor, ama bunu bulamıyordu. Teoman ve Hakan, bir gün nefes almaya üşenip ölecekler diye endişelendiği iki arkadaşı, nasıl olduysa yatmadan televizyonu düğmesinden kapatmışlardı. Salih’in ağzından iki arkadaşı ile akrabalık ilişkilerini kuvvetlendirecek bir kaç cümle daha döküldü. Hıhlamaya benzer bir nidayla kalkarak, televizyona doğru yürüdü ve düğmeye bastı. Ayakta olmanın verdiği muhteşem fırsatı bilip, artık sarıya çalan eskinin beyazı perdeyi yansıması televizyona gelecek şekilde örttü. Güneşe karşı bir cinlik. Şimdi hiç bir sorunun kalmadığından emindi. Kanepeye güvenle uzandı ve sol bacağını kanepenin tepesine koydu. Zaman zaman, bu hareketi Teoman ve Hakan’ın da yapabileceğini düşünüyor, ve o koltuğa kafasını koyduğu anlardan tiksiniyordu. Ama Salih tiksindiği şeyleri kafasından uzaklaştırma konusunda oldukça başarılıydı. Her zamanki gibi televizyon da, nedense hep son sıralarda bulunan müzik kanallarına doğru yolculuğuna başladı. Ana akım televizyon kanallarını geçip, Meltem, Dost, Hilal ve Flash Tv’nin bulunduğu zorlu etabı geçerken, kendine her zamanki gibi kızdı. “Şu müzik kanallarının ilki, hangi kanaldaysa direk onu açsana, salak!”. Ve hemen cevap verdi. “Ama böyle daha zevkli.” Bu cevap herşeye yeterdi. Bu cevap herşeyi açıklardı.

 Salonun girişinde, her zamanki sakinliğiyle Hakan belirdi. O Salih gibi titiz değildi, yüzünü çoğunlukla yıkamazdı. Ve Salih bu durumdan nefret ederdi. Hakan, sabahın köründe yine Salih’I sevdiği bir organı şeklinde nitelediği kelimeyi sona koyarak: “Napıyosun” diye sordu. Napılır? Bir sabaha daha, kavgayla başlandıktan sonra, yanında 2 tane adam olduktan sonra napılır? Televizyon doğru düzgün kanal çekmiyorken napılır? Öğleden sonra dersini bekleyen bir adam ne yapar? Bunların hepsi, Salih’in kafasından saniyenin yüzde biri kadar sürede geçen sorulardı. Basit bir salvoyla karşıladı:”Napayım işte”. Hakan’ın ne yaptığını merak etmiyordu, sosyal baskıyı yenerek, meraksızlığının arkasında durdu. Hakan ise bu sessizliği, Salih’in karaktersizliğiyle bağdaşlaştırıcak kadar düz bir adamdı. Kumandayı aldı, ve favori tuşu 5’e bastı. Kanal D. Eğer Salih bir gün olup da bütün kanalların yerlerini değiştiricek olsa, Hakan gelip yine 5’e basıcaktı. Bundan adı gibi emindi. 5 sayısı ile bir sorunu vardı Hakan’ın. Ya da gizli bir bağı.

 Ahmet Yaranki, yine her sebzenin kendine benzeyen organa yaradığı ceviz-beyin, bakla-böbrek savını gururla sunarak anlatıyordu. Patlıcan konusunda kararsızdı. Herkes gibi. Doktor üniformalı sunucular, doğru konuğu çağırmış olmanın mutluluğu, ajans teyzeleri ise hem televizyona çıkıp, hem yevmiye almanın sevinci içerisindeydiler. Salih, birden yerinden doğruldu ve telefonu eline aldı. “Çalıyo lan”. Hakan, bugüne kadar aranınca çalan bir numaraya şaşırıldığını çok görmemişti. Eski ve şu ana kadar ki tek sevgilisi Sema’nın telefonu dışında. Bu yüzden heyecan öncesi tribini “Ne çalıyo la” ile süsledi.

 -Dur olm.
 -Ben professor Salih Çağlar, Yaranki’nin İstanbul Üniversitesi’nden arkadaşıyım. Iıı.. Mümkünse yayına bağlanmak istiyorum.
-Tamam bekliyorum.

Hakan’ın sırasıyla duyduğu cümlelerdi bunlar.

 -Hasiktir lan! Napıyon olm? Kimi aradın lan? Olm programı mı aradın?

Hakan’ın heyecanı, dilini bir makineli tüfeğe dönüştürebilecek kadardı. Cevabını merak etmediği binlerce retorik soru, topu Salih’e zaten atardı.

-Görsün bakalım puşt şimdi
-Olm ne dicen lan? Kafan mı güzel lan? Oha olaya gel…

İşte merak Hakan’ın damarlarında dolaşmaya başladı. Dakika geçmeden, telefon titremeye başladı. Seri titreme hali, GSM Operatörü’nün tatlı dost kazığı mesajının sonucuydu. Gerilimi hat safhaya çıkardı.

-Aradılar mı lan? Aradılar mı?

 Aramadılar Hakan, mesaj geldi. Arasalar titredikten sonra durur mu telefon Hakan? Arasalar telefonu Salih açmaz mı Hakan? Merak, karşınızdakinin zeka seviyesini düşürmek için en kolay yoldur.

Telefon tekrar titremeye başladı, bu sefer aldı eline telefonu Salih.

-Tamam, tamam, Yok yok sadece katkıda bulunacağım ve ben de önerilerimi söylücem. Yok önerilerim darken, patlıcan konusunu diyorum. Şey, kol ve bacağa iyi gelir de, kas yapısı için yani. Tamam bekliyorum.
-Alo merhabalar, ben Salih Çağlar, Cerrahpaşa Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı profesörlerinden. -Yaranki’ye sorum olucaktı.
-Yaranki sen diplomanı nerden aldın? Sen ne haddine atıp tutuyosun ordan? Cevizle beynin ne alakası var? Alakası olsa sen hala böyle salak olur muydun? Ulan tıpla alakan yok, tütün okumuşsun, ekonomi okumuşsun, çıkmış şov yapıyosun. Sizde ordan burda teyze toplayıp alkışlatıyosunuz şu şarlatanı. Kime faydan oldu lan senin? Ayıp be ayıp, utanın!
 derdemez Salih’in telefonu kapandı. Elleri titriyordu Salih’in. Hayatında ilk kez, arkasında durabildiği yanlış bir hareket yapmıştı. Rolünü ciddiye alıp gerçekten sinirlenmiş, ve hayata kinini, Hakan’ın 5 numaralı kanalından çıkarmıştı.

 Teoman, Hakan ve Salih’in diz izli pijamalarının aksine boxer’ıyla gelerek çok da samimi bir soru sordu. “Nabıyonuz amına koyum ya, bi uyutmadınız lan?”. Teoman olanların farkında değildi. Bundan sonra her türlü ortamda prim yaptıracak bu hikaye anlatılırken, o araya sos olarak eklenecek ve “Bu salak da uyuyordu” eşliğinde pazarlanacaktı. Salih’in ilk zaferi suratında sevimli bir gülümseme bıraktı.

 Program buz kesti. “Hocam siz sakin olun” cümlelerinin ardından, Yaranki sessizliğini bozarak, “Bu işin ilmini almak için okula gitmek gerekmez” diyip kendini iyice bitirdi. Televizyonlardaki son macerası, gazetelerin üst manşetinde “Canlı Yayında Şok”, “Yaranki’nin Zor Halleri”, “Yaranki’nin seksi fotoğrafları için tıklayınız” şeklinde sırasıyla yer buldu. Her kes fotoğraflara tıkladı, videodan kesilmiş olan 18 fotoğraf. 3. sünde yanlışlıkla reklama tıklayarak Yaranki’yi unuttular. Salih Çağlar adında bir professor bulunmadığını Cerrahpaşa 3 kez yazılı olarak iletmesine rağmen, gazeteler tirajlı yalanı seçmişlerdi.

 Salih’in elinin titremesi geçtiğinde, Hakan’ın olayı Teoman’a anlatışını ve, Teoman’ın istemsiz takdirini dinledi. Kazanmış gibi hissetmek onu şımarttı. Cebindeki 30 rağmen onlara kahvaltı ısmarlamak istedi. Kahvaltının sonunda, para yetmeyince herkes kendi hesabını ödedi.

 Şimdi Salih nerde bilmiyorum ama. Bu işten kesin prim yapıyodur hala.

Hiç yorum yok: