Bu sabah medresede uyandığım ilk sabahtı. Yatağım koğuşta ve
duvarın dibinde. Duvarın dibinde olması hafiften böcek korkusu yaratsa da
burada insan hiç bir şeyden korkmuyor. Gündüz sıcak fakat, medresenin gölgede
kalan kısımları hakikatten klimalı gibi. Tanımadığın insanlarla birlikte
kalmak, rahatlık sınırlarını tartmana sebep oluyor. Pijamanı üzerinden
çıkaracağın zamandan, dişini fırçalayacağın zamana kadar herşeyi tartıyorsun.
Kursa gelenler çoğunlukla birbirlerini önceden tanıdıklarından bu sorunla çok
yüzleşmiyorlar. Sabah kahvaltı için mutfak tarafında gittiğimde Beliz Hoca’yı
farkediyorum. Hocalar için hiç bir zaman kısa sürede sevilen bir öğrenci
olmadım. Zamanımızın üç gün olması bu yüzden beni geriyor. Kahvaltının ardından
başlıyoruz. Bu arada medresede kahvaltıları birlikte hazırlıyoruz. Burada biraz
da maddi sebeplerden ötürü sağlıklı beslenmenin hüküm sürdüğünü tahmin etmek
zor değil. Kurs öncesi mailde, ders öncesinde Oidipus’u okumamız gerektiği
belirtiliyordu. Kurs, Oidipus’un sahne dışında dönen hikayesi ve mit üzerine
kurgulanıyor. Kurs hakkındaki detayları yazmak içimden gelmese de bir yazarlık
atölyesinin “serim, düğüm, çözüm” mantığından ne kadar farklı şekilde
yapılabileceğini destekler nitelikte. Çünkü yazmak için esas ihtiyaç neyi,
nasıl yazacağını farketmek. Bunun içeriği ise yazarın insiyatifinde. Gün
boyunca Oidipus üzerine konuşuyoruz. Öğlen civarı Erdem geliyor. Gizliden
gizliye onu kahraman bellediğimi bilmiyor. Adamı görünce bile heyecanlanırken
ben, akşam saatlerinde medresenin çim alanında ona çalım atmaya çalışırken
buluyorum kendimi. Orada çaktırmamak, onlardan biriymiş gibi yapmakla
boğuşurken içimde fırtınalar kopuyor.
Gecenin sonuna gelmeden biraz Beliz Hoca’dan bahsetmek
istiyorum. Ben kendisini gelmeden önce tanımasam da, benim gizliden gizliye
Erdem’e duyduğum haytanlığın benzerini buradakiler de Beliz Hoca’ya karşı
hissediyor. Ki aynı şeyi benim de hissetmem fazla zaman almadı. Otuz yaşın
üzerinde bu kadar dolu, bu kadar bilgili, bu kadar olgun bir kadına daha önce
rastlamamıştım. Sadece kendisini bilmek, onun gibi insanların var olduğunu
görmek bile insanı mutlu ediyor. Oidipus üzerinde yaptığımız her konuşmada bana
yeni bir ufuk açtı. Bugüne kadar tiyatro
ile bilimsel olarak ilgilenen herhangi birinde böyle bir vizyon ne görmüş, ne
de duymuşyum, hatta terbiyesizce belki ama bu insanların çok da zeki olmayan,
oyuncu olmayı başaramamış kimseler olduğunu düşünüyordum. Beliz Hoca, bu
önyargımı aldı, dürdü, ve elime tutuşturdu. Onu ne yapmam gerektiği başka bir
yazının konusu.
Gün sonunda, hayatımdaki insanların hayatlarında eriştiğim
yere çok uzak bir pozisyondayım medresede. Olmasam da olur hatta. Ama bu beni
demotive etmek yerine heveslendiriyor. Sanırım uzun zamandır ilk kez bu kadar
istekle doluyorum. Çok fazla eksiğim olduğunu hissediyorum. İnsanlar konuşurken
yaptıkları alıntılar ilk kez anlamsız gelmiyor. Herkes dünya iyisi burda, ve
zekasından şüphelendiğim bir kişi bile çıkmadı henüz. Bu çok güzel. Bu,
herşeyden güzel. Geliştiğimi hissediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder