16 Ağustos 2013 Cuma

medrese günlükleri - iki

Bu sabah medresede uyandığım ilk sabahtı. Yatağım koğuşta ve duvarın dibinde. Duvarın dibinde olması hafiften böcek korkusu yaratsa da burada insan hiç bir şeyden korkmuyor. Gündüz sıcak fakat, medresenin gölgede kalan kısımları hakikatten klimalı gibi. Tanımadığın insanlarla birlikte kalmak, rahatlık sınırlarını tartmana sebep oluyor. Pijamanı üzerinden çıkaracağın zamandan, dişini fırçalayacağın zamana kadar herşeyi tartıyorsun. Kursa gelenler çoğunlukla birbirlerini önceden tanıdıklarından bu sorunla çok yüzleşmiyorlar. Sabah kahvaltı için mutfak tarafında gittiğimde Beliz Hoca’yı farkediyorum. Hocalar için hiç bir zaman kısa sürede sevilen bir öğrenci olmadım. Zamanımızın üç gün olması bu yüzden beni geriyor. Kahvaltının ardından başlıyoruz. Bu arada medresede kahvaltıları birlikte hazırlıyoruz. Burada biraz da maddi sebeplerden ötürü sağlıklı beslenmenin hüküm sürdüğünü tahmin etmek zor değil. Kurs öncesi mailde, ders öncesinde Oidipus’u okumamız gerektiği belirtiliyordu. Kurs, Oidipus’un sahne dışında dönen hikayesi ve mit üzerine kurgulanıyor. Kurs hakkındaki detayları yazmak içimden gelmese de bir yazarlık atölyesinin “serim, düğüm, çözüm” mantığından ne kadar farklı şekilde yapılabileceğini destekler nitelikte. Çünkü yazmak için esas ihtiyaç neyi, nasıl yazacağını farketmek. Bunun içeriği ise yazarın insiyatifinde. Gün boyunca Oidipus üzerine konuşuyoruz. Öğlen civarı Erdem geliyor. Gizliden gizliye onu kahraman bellediğimi bilmiyor. Adamı görünce bile heyecanlanırken ben, akşam saatlerinde medresenin çim alanında ona çalım atmaya çalışırken buluyorum kendimi. Orada çaktırmamak, onlardan biriymiş gibi yapmakla boğuşurken içimde fırtınalar kopuyor.

Gecenin sonuna gelmeden biraz Beliz Hoca’dan bahsetmek istiyorum. Ben kendisini gelmeden önce tanımasam da, benim gizliden gizliye Erdem’e duyduğum haytanlığın benzerini buradakiler de Beliz Hoca’ya karşı hissediyor. Ki aynı şeyi benim de hissetmem fazla zaman almadı. Otuz yaşın üzerinde bu kadar dolu, bu kadar bilgili, bu kadar olgun bir kadına daha önce rastlamamıştım. Sadece kendisini bilmek, onun gibi insanların var olduğunu görmek bile insanı mutlu ediyor. Oidipus üzerinde yaptığımız her konuşmada bana yeni bir ufuk açtı. Bugüne  kadar tiyatro ile bilimsel olarak ilgilenen herhangi birinde böyle bir vizyon ne görmüş, ne de duymuşyum, hatta terbiyesizce belki ama bu insanların çok da zeki olmayan, oyuncu olmayı başaramamış kimseler olduğunu düşünüyordum. Beliz Hoca, bu önyargımı aldı, dürdü, ve elime tutuşturdu. Onu ne yapmam gerektiği başka bir yazının konusu.


Gün sonunda, hayatımdaki insanların hayatlarında eriştiğim yere çok uzak bir pozisyondayım medresede. Olmasam da olur hatta. Ama bu beni demotive etmek yerine heveslendiriyor. Sanırım uzun zamandır ilk kez bu kadar istekle doluyorum. Çok fazla eksiğim olduğunu hissediyorum. İnsanlar konuşurken yaptıkları alıntılar ilk kez anlamsız gelmiyor. Herkes dünya iyisi burda, ve zekasından şüphelendiğim bir kişi bile çıkmadı henüz. Bu çok güzel. Bu, herşeyden güzel. Geliştiğimi hissediyorum.

Hiç yorum yok: