18 Ağustos 2009 Salı

kendime konuşuyorum..

Sıktı içimizi yazın sıcağı. Hiç anlayamadım sıcağın gavurlarla ilişisini. Zaten tabir de pek caiz değildi.

Topraksız bir fişle bağlanmamak gerek hayata, her taktığınızda kıvılcım atıyor. Zararı yok ama gereksiz gerilime de gerek yok gibi.

Klima soğuğunun baş ağrısı yapmasının sebebi vücudun doğasızlığa olan sitemimi acaba, yoksa çok daha tırt bir gerçekte mi yatıyor işin özü? Klimanın karşısında oturmamak mı gerekiyor?

Bırakmak istediğimizde bırakamayız. Çünkü bağlanmak istediğimizde kurduğumuz zincirler bizden güçlü hale gelir. İnsanın kendinden güçlü bir şeyler yaratması, çok tanrısal bir duygu.

Telefonlarımızı çöpe atsak; belki kimsenin ayrılmaya götü yemez. Olamaz mı? Olamaz gibi.

İyi ile kötüyü TDK'dan daha güzel tanımlayacak olan var mı? Hiç birşeyi değerlendiremiyoruz ki, farklıya kötü demek çok faşizan geliyor. E aynıya iyi demek zaten saçma. Zaten tersi de mümkün değil. Of, yardım.

Felsefe diye onca konuştuğumuz şey hep birer dil oyunundan ibaret. Aslında tanımlasak her şeyi işler güzel olacak gibi. Ama o zaman sır da ortadan kalkabilir. Zaten hiç varolmamış olan sır. Mantıkla dünya açıklanamaz olsun, rica ediyorum bunu insanoğlundan.

Varlık kime bağlı? Var olan şeyler bize göre mi varlar? Yoksa bağımsız varlıklar varlar mı? Yoksa nasıl var olur ki. Yokluk ve varlık kavramlarına yeni kelimeler eklesek ya; sonra da yaşı büyük dil bilimciler, felsefeciler bize ayar verseler öyle kelime mi olurmuş diye.

İki üstteki paragrafa örnekti, bir üstteki paragraf.

Şu soğuktan, sıcaktan dünya ortadan ikiye ayrılmıyor ya; hayret doğrusu. İçinde magma dışında buzul, enteresan bir gezegen. Takdir ediyoruz kendisini.

Para kazanmasak da, para üretsek; olmaz mı o iş?

Hiç yorum yok: