29 Temmuz 2009 Çarşamba

Smyrna 1


Bambaşka bir ayın en sıradan cumasıydı. Dört düşsever, boktan karikatür kafede midemizi dolduruyorduk sevdiğimiz düşlerle oynarken. Düşünmeyen düşdük o gün; düştük o gün, yollara. En pis başkent otogarında soluk alırken, karadeniz heyecanı taşıyorduk her birimiz; Burak, Cansu, Dilan ve bendeniz:Aykut. Koştur koştur bir o yana bir bu yana gittik. En sonunda en yeşilinden bir anadolu turizm yazıhanesine, 30 milyona 5 saatlik yolculuğu sormak kısmet oldu. Hoş kaçmazdı öğrenci işine, hemencecik uzaklaştuk netekim. Tam yine rotada tren garı, sonrasında da İstanbul görünüyordu ki, Antalya Antalya İzmir diye garip melodi tutturmuş, torba göbekli abi kesti yolumuzu, kaça İzmir dedik, 25 dedi, e paramız yok dedik, 20 dedi. Her ne kadar sonra para üstünü vermeyi unutmuş numarası yapsa da 20 liraya İzmir seyahatini almıştık ceplerimize, her birimizde binbir türlü heyecan bekliyorduk otogarın merdivenlerdi.

Şen kahkahalar önce çaycı abinin dikkatini çekti, o sohbete bi çay iyi gider abi diyordu, kimbilir nereye dökeceği ekmek parasının derdine. Olmaz abi dedik, para bir yana sevmez idük sallama çayları, sallanan şeylere hiç güvenmedik. Sarışın bir küçük kız geldi ardına, ezberden okudu yalandan dilenen dualarını, kime üzülsek bilemedik. Onu o hale sokanlara mı, onun o haline mi, dünyaya temiz gelip şimdiden kirlenmesine mi çözemedik. Biraz konuşup onu da gönderdik. Yelkovan pek sinirliydi akrebe o zamanlarda, kovalayıverdi dakikalar. Otobüse doğru ilerledik. Artık sigara içme bölümü haline gelmiş, otogar dışı otobüs önü mekanda güzel bir çember vardı kahkahalarla. Çaycı abi yine boş geçmiyordu, önce çay sordu, sonra şapkamı kaptı başımdan. Ufaktan bir sohbete giriştik ak saçlı abimle, “köye giderken bana da lazım, ama bırakmaz ki pezevenkler hemen kapıverir başımdan” diyordu, unutuyordu başımdan kaptığını 5 dakka önce. Güldük beraber, birleşin birleşin dedi bize, hayırlısı dedik. Herkes kendi aleminde, her ne kadar kesiştiğinden her zımbırtı tutarlı gibi görünse de dünya, kesişmediği anlar da oluyordu işte. Anlamıyorduk amcayı.

Bindik otobüsümüze, son demleriydi uzun yollarda garibanın, koltukları yerlerinden fırlıyor, arkaya fren eşliğinde ancak yatıyordu. En arka dörtlüyü kaptık, sol baştan Dilan, ben, Burak, Cansu oturuyorduk. Az önce koşturan yelkovan, bu sefer emeklemeyi bile hatırlayamıyordu. Önümüzdeki 3 çocuk 1 anneden oluşan çekirdek kabuğu ailenin gürültüsü, bakışları rahatsızlık bile vermiyordu. Bekledik hep beraber İzmir’i, düşkentini, denizi, maviyi. Sabahlar şerif dolduğunda, bütün şerifler hayrolduğunda biz İzmir otogarındaydık. Otogar mavi, etrafındaki gecekondular griydi. Korktuk hayallerin kırılmasından ama bildik tutmasını hiçbiri düşmeden yerlere. İki katlı otogarın altındaydı kentkartsızsan üstüne bi de parasız bırakan belediyenin halk için çalıştırdığı otobüsleri. Sorup öğrendik tabi, bindik otobüse. Hindistan manzaralı varoşlardan geçtik, binalar, insanlar Gandhi’yi özletti bize. Bağrımıza taş bastık, sonra uzaklara fırlattık. Yol boyunca zurna soloları dinledi şöför, bir ara insan sesi sandık. Eğlence oldu ancak bize bu, Dilan karnının bir kısmını ekmek arası krem peynirle doyuruyordu. İkram etti hepimize, tırstım askeri otobüslerde yediğim azarlardan ben. Pek bir değişmek hevesiyle aldım koca bir ısırık ekmekten, devam edemedim sonra. O da fazla yemedi zaten, bitince peyniri koydu çantasına geri kalan ekmeği. Cansu her eve özeniyor, dağlarda ardarda sıralanmış gecekondular en çok onu etkiliyordu. Gezinin geri kalanı için geyik malzemeseydi bize, her ne kadar o farkında olmasa da makus talihinin.

Şöförün söylemesine gerek kalmadan indik otobüsten Konak’da iç güdüsel olarak. Koştuk denize doğru, mıknatıstı mavi, çekiyordu griden kaçan Ankaralıları. Önce bulamadık umduğumuzu, mavinin yanında kahverengi hoş olmuyordu. Boşverdik, zaten her şeyin boş olduğuna dair tezimizi bir gün önce vermiştik. Zor olmuyodu. Koştu dilan gemi iskeleti heykeline doğru kırmızı hayaletin içinden de o geçti ilk, elimizde fotoğraf makinesi bir japon turistten farklı düşünmüyorduk. Sırayla hoplayıp zıpladık. Herkesin midesindeki gurultu, dalga seslerine karışıyordu, sesleri daha net duymak için son verelim buna dedik, koştuk büfeye doğru kumru almaya.

Hiç yorum yok: