2 Kasım 2008 Pazar

Geveze

Kafamızdaki kalıplarla yaşıyoruz. Hepimizin bildiği aksiyomlarımız var hayatımızda. Küçük kurbanlarından biriydim bunun ülkenin “Doğu”sundan “Batı”sına göç ettiğimizde. Zordu elbet yeni bir yere gelmek ama en çok insanların coğrafya coğrafya ayrıldığını farkettiğimde şaşırmıştım ben.
Sokakta oynamanın, televizyon izlemekten daha cazip geldiği son nesiliz biz. Eşyalarımızı yerleştirir yerleştirmez, içimdeki tanımlanamayan ağırlık beni dışarıya, sokağa doğru itiyordu. Üç gün sürdü, “tek başına yapabilme” gururu, attım kendimi toprak sahaya. Her sokak maçı, o sokağın çocuklarının popularite testiydi. İsmini bilmesem de bunun böyle olduğunu biliyordum, o yüzden pek koymadı kaleye geçmek ilk seferinde.
Yeni ortamda konuşmaya başladığın an, senin orada gerçekten var olduğun andır. Zorlamadım uzunca bir süre, sadece sordular, sadece cevapladım. Okul zamanları geldi, “Doğu”nun “Batı”ya verdiği kurban, okulun pedagojik boyutu hiç düşünülmeden yaptığı sınıf sıralama sisteminin en altına yerleştirildi. Yine sustum, sordular cevapladım, bir karış ilerisi değil. Sorulan sorular kağıttayken daha başarılı oluyordum. Beyaz üstüne, turuncu yuvarlakların içini doldurmak, bana pek zevk vermiyor olsa bile, iyi yapabildiğim bir şeydi. Doğru yuvarlakları boyama oranın kadar adam yerine konulduğunu farkettim ve adam yerine konulmanın sonucunun o eğitime en aykırı sıralamada en üst basamaktan ötesinin olmadığını da.
Yeni ortamın içinde, bir başkası kaldırmam için çok ağırdı. Çok ağladım, ama hep sustum. Neler konuştuklarını anlamaya çalıştım. “Konuşmadan, dinleyin!” diye bağıran hocaların bir bildiği vardır elbet dedim. Sessizce beklemeler mantıklı sanıyordum. Konuşanların neden konuşanlar olduklarını hiç sorgulamadım. Çok biriktirdim, biriktirdiğimin farkında olmadan çatlattım sabır taşımı zihnimin derinliklerinde. Tek cevap verdim, sesimi yükselterek, öfkenin hitabet sanatı olduğuna inanmadan öfkelendim ve ben öfkelendikçe de dinlediler. Konuşanlardan biri olmanın doğal seçilimle değil kendi verdiğimiz kararla gerçekleşebiliceğini gördüm öfkebaz aynamda.
Ardından, konuştukça anlamayı, daha çok konuştukça daha çok dinlemeyi, fikirlerimi sesli hale getirdiğimde anlamlandırabilmeyi çarptı zaman suratıma. Hiç susmadı o günden bu güne bu ağız, anlayabilmek için, dinleyebilmek için öfkelendi kimi zaman. Ama hep bir heykeltraş asaletiyle şekillendirdi fikirlerini ses tellerinde..

Hiç yorum yok: