2 Kasım 2008 Pazar

Sancı

Sadece yürümek istiyordu. Elleri lacivert paltosunun cebinde, başı kırk beş derece, gözleri yerde… Hiçbir zaman farklı olmamıştı nitekim; bu şehrin sokaklarında barların kapanma saatiyle dışarı kovulan insanlar hep aynı kaldırımları izlerdi, o sadece onlardan biriydi.
Anlamsız bir sokağın en gergin bölümüne yerleşmiş lüzumsuz bir apartmana girerken, dairesine doğru, merdivende fark ettiği on lirayı seri bir şekilde cebine koydu. Sanki kendi düşürmüş gibi. Aslında aldığı on lira, bu güne kadar sokaklarda düşürdüklerinin, kaybettiklerinin yanında hiçbir şeydi, on liraya satın alabileceği nefes miktarını düşündü, oksijeni bünyesi kabul etmeyeli çok olmuştu. Bok olmuştu. O günlerden birinde, parlak kahverengi masanın üzerine dolma kalemin ucuyla kazıdığı dörtlüğü okudu tekrar:

“Görmüyorum gelenleri bakarken gidenlerin ardından
Aşamadığım bir duvar var, inemiyorum da
Asılı kaldım havada, sözlerim havada inancım yerlerde kaldı
Yanımda kim var, içime ne doluyor, niye böyleyim?”

Ne alakası vardı… sahneleri hatırladı birer birer. Beyninde yoğunlaşan alkol molekülleri ağrı yerine acı vermeye başladı bir kez daha, midesinin bulanmasını gözünün önünden geçen sahnelere borçlu olup olmadığını düşündü, ödenmemiş borçları ağzına geliyordu birer birer. Yaşamın üç milimetrelik kurşun parçalarıyla paramparça edilebileceğini, çocukluğunda gözlerinin önünde annesinin kanları akarken fark etmişti zaten, tetiklerden uzak tutması kendini, travmatik korkulara dayalıydı bu yüzden. Yatak odasındaki boy aynasının önünde bağdaş kurdu. Siyah koli bandını tam göz hizasına yapıştırdı, eli alışmıştı, bantın boyunun ne kadar olması çıkardığı “cırt” sesinin uzunluğundan anlıyordu. Koli bandı… kendisini ağlarken görmeye dayanamıyordu bir tek. Aynı şekilde girdi konuşmaya gözleri bağlı yansımasıyla:
“Beni görmeden anlat istersen, daha rahat edersin”
“Ben neler gördüm. Söylediklerim burnundan taşar.”
“Hala unutmadın demek.”
“Bir insanın ne kadar çıldırabileceğini gördüm.”

En son ne zaman kestiğini hatırlamadığı tırnakları derisine geçirdi. Yaşadığı acıyla ruhunu geri bedenine çağırmak istedi, her seansta daha çok acı vermesine rağmen kendine her seferinde bambaşka bir sahnede buluyordu kendini. Yutkunma süresi kadardı düşündükleri, devam etti:
“Gördüklerinin seni etkilemediğini düşünüyorum bazen, ufak bant oyunumuz kaşlarımın yolunmasından başka hiçbir işe yaramıyor gibi, tüm hikayeyi istiyorum şimdi.”
“İyi dinle bunu; varını yoğunu, yarını dünü, geceni gününü, özünü sözünü verdin.
İyi dinle bunu; bir kere duydun bin kere dinledin.
İyi dinle; beni sen ettin seni ben yok edeceğim şu an.
Azad, iyi dinle. Bugün hikaye falan yok, bugün hesaplaşma günü, hiç ödemediğin borçların bugün ilk kez sonlanacak, beni azad etmenin bedelini sana yine ben ödeteceğim.”

Seansın başlamasından bu yana hiç ritmi bozulmayan boyun hareketleri, şimdi düzensizleşmişti, Azad bantı bir anda söküp atabilecek kas gücüne sahip olsa da, materyali soyut varlığına eziliyordu. Alnında beliren ter damlaları, yavaş hareketlerini banta kadar sürdürüyor ardından Azad’ ın bileklerine dökülüyordu. Devam etti aynadaki:
“Mutlu olman beni ilgilendirmiyor, sana hikayelerim tükendi. Bu varlığın hesabını ancak yokluğun ödeyebilir Azad, ancak o zaman aqzındaki açlık kokusu bütün vücudunu sarar.”

Azad’ ın gri tişörtündeki ıslaklık bütün vücudunu kaplamaya başlamıştı. Uzaktan bir ezan sesi işitir gibi oldu, bir kez daha kulak asmadı. Beynindeki gramofonu açık unutmuştu Azad bu seansta, nedenleri sorguladı bir kez daha, yine kendine ulaştı, titriyor, terliyordu, O devam etti:
“Kabul et. Anla. Artık koptum senden. Bedenin uyuştukça uzaklaştım. Kendinden nefret ettiğini söyledin ona buna. Bendim oysa senden nefret eden. Tek bir iyilik yap. Son bir iyilik ve bitir o iğrenç bedenine mahkumiyetimi.”

Ağzından köpükler çıkarak Azad
“Sus. Sus. Suuus!” diye bağırdı.
Bedeni kendine geldi. Yanaklarını yırtarak açtı gözlerini. Midesinden uluma sesleri geliyordu. Bir hamlede ulaştı etajerin çekmecesine, hızla açtı. Çıkardı içinden son iki enjektörü. Titremesi durdu. Dibinde az su kalmış vazodan çiçekleri çıkarıp bir küçük paket beyazı döktü itinayla. Enjektörün iğnesiyle karıştırıp ikisine de çekti karışımı sonuna kadar. Turnikeyi acele etmeden sıktı kolunda ve sırayla girdi önceki deliklerin herhangi ikisine iki enjektör. Rahatlamıştı, bu tamamdı. Son bir gayretle buğulanmış pencereyi açıp on lirayı bıraktı aşağıya. Borcu kalmamıştı artık hiçbir yere. Daralıp incelen damarların çatlaması rahatını bozması morfin etkisinden ötürü. Şişen beyin zarı da koymadı. Uzandı kırmızı kanepeye ve bitti.
Belki de kapanan gözlerdi en yeni başlangıçlar.

Hiç yorum yok: