2 Kasım 2008 Pazar

Üşüngeç Adam

Uyumadan önce dua ettiğim en son günü hatırlayamadığımı farkettim dün gece. İnsanın büyüdüğünü anladığı anlar bazen böyle suratına çarpabiliyor, ellerime baktım, parmaklarımın ilk eklemine kadar olan kısmında ne zamandan beridir bu tüyler var bilmiyorum. Keşke tutup çekebilsem evrenin tanrısını, zamanı.. Keşke anneannemin yanında dünyanın en masum tekerleme dualarını okuyup en huzurlu uykularımı yeniden uyuyabilsem. Zaman üzerinden duygu sömürüsü çok kolay, ben anneannemi özledim.
“Yattım yerime/Döndüm sağıma,soluma/ Sığındım sultanıma/ Melekler gelsin yanıma/ Şahit olsun dinim ile imanıma/ Yattım Allah kaldırasın/ Rahmetine daldırasın/ Can bedenden ayrılırken/ İman Kur’an gönderesin”
İlk öğrendiğim yatak duam budur benim. Köyde annemin benimle yatmak için dedemi oturma odasına göndermesinden mütevellit bir mahcubiyet duygusu üzerimde; gözlerim tavana monteli, ağaç kütüklerde, şimdilerde aynı şeyi dekorasyon için yapıyorlar tabi; anneannem söylüyor mısraları ben tekrar ediyorum. Neyi söylediğim, söylediğim tekerlemenin içeriği değil önemli olan; önemli olan, aklımdaki tek şeyin yarın sabah erkenden kahvaltımızı edip bağa gidicek olmamız, elimde sapanla vurabiliceğim kuşların hesabını yapmaktayım. Zihnimi zorluyorum bir yandan ilk mısraları unutmamak için. Fazla zekiyim anneanneme göre, ilk mısraları unutmadığımı duyunca çok seviniyor. İçim huzurla dolu, derin bir nefes çekiyorum içime, temiz çarçafın, anneannemin ve hemen yandaki mutfağın ocağında en son dün sabah ekmek yapmak için yanmış olan samanların külünün kokusunu duyuyorum, buram buram köyü hissediyorum.
Anneannemi görmeyeli bir yıldan fazla oldu. Aynı şehirde soluk alıyoruz oysaki, sürekli işim var güya, ya da o köye geri dönmüş oluyor ben gidicekken. Dün gece damarlarımda dolaşmakta olan alkolün çarpıntısı zihnimde eski anıları yıllardır hiç dokunulmamış yerinden söküp suratıma çarptı. Vicdanım sızlıyor, keyif almak için yaptığım işler yüzünden kimseye görünmek istemiyorum. Yorganın içinden kafamı çıkarmaya utanıyorum. Belki beş belki on yıl önce çok daha temiz bir yorganda yine sabaha karşı anneannemin göbeğinden hamile olduğunu sanıp, benden küçük dayım mı olucak yoksa diye korkup kahvatıya inemediğim günü hatırlıyorum.
Bir suçlu arayıp ona yıkmalıyım bütün bu durumu, aynaları mı parçalamalıyım yoksa intihar mı etmeliyim? Hiç birine gücüm yok. Güneş bu sabah yine doğdu, hiçdüşünmedim o günü montumu alıp anneanneme koştum. Bir yıl anneannemi kambur yapmış, hala bir dayım olabilir ama galiba. Gözlükleri tıpkı çocukluğumdaki gibi burnundan düşücek gibi oluyor örgü örerken. Bana patik örmüş, sımsıkı sarılıyorum. Bu sefer köyü değil, bütün şehrin kalabalığın karbonmonoksit kaynağının ortasında anneannemi hissediyorum. Vicdanımı rahatlatmak değildi derdim, ben anneannemi özlemiştim. Haftaya perşembeye söz aldım, gözleme yapıcak yine bana; köydeki mutfağın ocağında, saman aleviyle değil bu sefer, dünyanın en kötü mavisiyle boyanmış tüple çalışan sac ocağında.. Yıllar sonra; sokaktan dudaklarımın üstünde kurumuş sümük parçacıklarıyla gelip, anneanneme topladığım çiçekleri veremedim bu sefer, Serap Ezgü’ yü izliyoruz oturup. Kalbim yine hızlanıyor, dün gece fazla kaçırdım alkolü...
Açıktan toplumsal mesaj veriyorum bu sefer, hadi anneannenize gidin, ya da babaanneniz hiç farketmez, gidip sımsıkı sarılın. Vefat etmişlerse bir iki park gezin onlar birilerinin anneannesi oralarda oturuyo, sarılmasanız bile konuşun, halini hatrını sorun.. Hala ilk gün ki gibi bekliyorlar..

Hiç yorum yok: