2 Kasım 2008 Pazar

Özlem

Bugün yağmur yağdı delicesine buralara.. Odama girip de tek hamlede çıkardığım pantolonumun bel hizasına kadar gelmiş çamurlarını görüp sinirlendim hafiften, yürümek çamaşır yıkama zorunluluğu oluşturmamamlı gibi geldi. Köyü hatırladım bir an için, oralarda da çok yağmur yağardı, az koşmadım yapmurda deliler gibi ben..

Fakat farkediş pek yaramadı bana, çamurların renginin artık gri olduğunun farkında mı acaba insanoğlu merak ettim bir an için, gerçi farkında olsalar da sanırım kimse benim kadar önemsemezdi bu durumu. Köydeki çamur izlerini de hatırlıyorum halbuki, kahverengiydi, belki kahveden bile daha kahveydi. Bugün burnuma hiç toprak kokusu gelmedi benim, evet bir şeylerin kokusunu alıyordum ama, toprak o değil biliyorum. Bu, toz olmalı ya da başka bir şey.

Sırf betonlara toprak kokusu yerleştirebilmek için inşaat mühendisi olmak istedim. Bütün binalar üstüme üstüme geldi, bütün bulutlar omzuma bindi. Yağmuru sevemedim betonların üstünde, topraklara yaparken temizlemeye yeterdi gücü, çünkü ordakiler kirletmezlerdi kendini yağmurun temizleyeceği kadar, oysaki bu gün yağmuru sadece mazgalların arasından şehir kanalizasyon sistemine dökülürken gördüm. Oysaki toprak emmeliydi bütün suları, ben öyle görmüştüm suların arasında, acaba nasıl temizlenicek üstüm diye düşünmeden koşarken.

Şehir manzaraları, garip telli lambalardan çıkan düzensiz ışıklar olalı çok oldu. Nasıl da hemencecik sevdik o manzarayı, gökyüzündeki yıldızları yine sayamamak istiyorum halbuki ben. Her ışık kaynağının beni toprak kokusundan uzaklaştırdığını bilmek, o ışık yumağını ne kadar anlamsız kılmakta anlatamam. Halbuki ben zıplayıp bir bir yıldızları yakalamak istiyorum, ayın evrelerini okulda öğrenmek değil, izleyerek görmek istiyorum. Ne kadar yalancı oldu her şeyimiz..

Şehirler uyuşturu etkisi yaptı bedenlerimize, ne güzel yaşayıp gidiyorduk oysaki, çok sevdik önceleri şehirleri çok modern geldi patronlarla çalışmak, mermer yollarda yürümek, yürüyen merdivenler kullanmak ya da hazır yemek yiyebilmek. Şimdi kendi tozumuzda boğuluyoruz, geri dönülmüyor burda ise yaşanmıyor. Artık o binalar da eskisi gibi hayranlık verici değil üstelik. Arnavut kaldırımları ne kadar düz olmasa da toprağın tadını vermiyor sanki. Boğazımızda şehrin tozunun verdiği gıcık, kaçmak için bahane arıyoruz.

Benzin kokusu ve uhu kokusu çoktan kaptı papatyaların yerini. En son ne zaman bir ağaçtan meyve kopardık acaba, en son ne zaman sofrada fırından çıkmış ekmek yerine, ocaktan çıkmış yufkalar vardı. Çok garip bir bağımlılık yarattı şehir bünyemizde, atamadık, atamıyoruz. Kime sövmek gerek acaba, kime kızmak?

Hiç yorum yok: